KÜRESELLEŞME: EMPERYALİZMİN YENİ YÜZÜ
Cihan DURA
Dünyada bir milyara yakın insan açlıkla savaşıyor, yarısına yakını çocuk… 2 milyar kişi yoksulluk içinde… Her gün 25 bin kişi açlıktan ölüyor. 1,2 milyar insan günde 1 dolardan az gelirle yaşamaya çalışıyor. 1990 yılında en yoksul ülkeler grubunda 36 ülke vardı, bu sayı günümüzde olasılıkla 50’yi aşmış durumda. En zengin 26 kişinin serveti, dünya nüfusunun yarısınınkine eşit. Dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan yoksul ülkelerin milli gelirleri dünya toplamının yüzde 6’dan azını oluşturuyor.
Peki, bunlar olurken, dünya ekonomisinde neler oldu?
Ekonomik hayatın kuralları değiştirildi: Zengin ülkeler lehine yeniden yapılandırıldı. Kıran kırana bir rekabet yerleşti. Emek ucuzladı, her yerde ücretler baskılandı. Geleneksel düzen çözüldü, birçok ülkede toplumsal çöküş başladı. Dünya çapında eşitsizlikler arttı. Görülmemiş bir sömürü düzeni kuruldu. Doğal hayatın dokunulmazlığı kalmadı. Doğa tahribatı arttı. Çevre kirlenmesi felaket boyutlara ulaştı.
● Bu trajik gelişmelerin sebebi nedir? Yanıt: Yeni emperyalizmdir, onun büründüğü kuzu postudur, küreselleşmedir.
Küreselleşme nedir?
Küreselleşme (globalleşme) en basit tanımıyla “toplumsal ilişkilerin dünya çapında yoğunlaşması”dır. Diğer bir tanıma göre küreselleşme; dünya üzerindeki tüm ekonomik, siyasal, kültürel merkezlerin giderek birbirine bağlanması ve böylece dünyanın “tek bir birim” haline dönüşmesidir. Ancak ikinci bir bakış, küreselleşmenin çok farklı bir yönünü ortaya koyar: Küreselleşme; emperyalizmin kendi çıkarları için dayattığı, sömürgeci zihniyetin ürettiği fetişleştirilmiş bir olgudur. Çirkin Batı’nın, özellikle ABD’nin -daha doğrusu onu da yöneten Derin Merkez’in- kendi siyasal, sosyal ve ekonomik politikalarını bütün dünya ülkelerine dayatma aracı ve sürecidir.
Ekonomik Liberalizm; adı üstünde, iktisadî faaliyet ve akımların, piyasaların, mal ve faktör hareketlerinin tamamen serbest olmasını, bunların önündeki bütün engellerin kaldırılmasını ister. İşte bu serbestleştirmenin, dünya ölçeğinde, ülkeler arasında gerçekleştirilmesi girişimine de küreselleşme adı veriliyor. Buna göre küreselleşme Batı’nın hayat felsefesinin, dünya görüşünün, buna dayanan ekonomi anlayışının, Çirkin Batı’nın çıkarlarının evrenselleşmesi, dünya ölçeğinde korunması ve sürdürülmesi anlamına gelmektedir.
Demek ki Batı’nın (Derin Merkez’in ve Merkez ülkelerinin, küresel şirketlerin) mevcut çıkarlarının, o çıkarları sağlayan düzenin muhafazası ve daha da ileriye götürülmesi; küresel serbestleştirmeye, yani “küreselleşme” ideolojisinin ve onun rejiminin kök salmasına bağlı bulunuyor. Batı bunu çok iyi bildiği içindir ki, kurmuş olduğu, hep kendi lehine işleyen küresel düzene bütün gücüyle sahip çıkmaktadır. Aksi halde yine çok iyi bilmektedir ki ekonomik krizler, yokluklar ve çıkmazlar içinde çökecek, mahvolacaktır.
● Yukarda sunduğum iki farklı anlayıştan şu senteze ulaşabiliriz: “Küreselleşme” adı verilen olgu iki cephelidir: Bir cephesi itibariyle “dünya çapında bir karşılıklı ilişki yoğunlaşması”dır. Bu iyi görünümlü yönüdür. Kötü görünümlü cephesi ise bir ‘yeni sömürgecilik’ olmasıdır. Başta ABD olmak üzere Batı’nın zengin kapitalist ülkeleri, bunların sanayileşmesi engellenmiş yoksul ülkelerdeki savunucuları; olumsuz olan ikinci yönü, olumlu olan birinci yönü öne çıkararak, perdelemektedir. Daha açık bir deyişle, adı geçen taraflar, dünyada emperyalizmi (yeni emperyalizmi, modern sömürgeciliği) yine sahneye koyuyorlar; ancak küreselleşme adı altında!… Kısacası “küreselleşme bir yeni sömürgecilik”ten başka bir şey değildir.
Tabii bu anlayışın altında bir doktrin, bir felsefî temel de vardır. Bu temel Klasik İktisat anlayışında kendini açıkça belli eder. Mademki dünyanın ekonomik kaynaklarının en verimli şekilde kullanılması gerekiyor, öyleyse bu kaynaklar; onları en etkin, en verimli şekilde kullanabilen kimselere, kuruluşlara (kapitalistlere, şirketlere) ait olmalıdır!
Gerçek hayatta küreselleşme tümüyle gelişmiş zengin ülkelerin, onların içinde de Elit sınıfının, dev küresel şirketlerin lehine işlemektedir.
● Emperyalizmin tarihini bakarsak, “dalgalar hâlinde iki ayrı küreselleşme evresi”nin gerçekleşmiş olduğu görülür. Bunlardan ilki 1870-1914 arasında yaşanmıştır. İkinci evreye, bir ara dönemden sonra 1970’lerde girilmiştir. Küreselleşme süreci 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılması ve ABD’nin dünyada tek süper güç haline gelmesiyle, büyük bir ivme kazanmış bulunuyor. Bugünse küreselleşme bir “Amerikan dayatması” görünümündedir.
Günümüzde küreselleşmeden zarar görmeyen tek bir az gelişmiş ülke yoktur. Bu süreçten ağır darbeler yiyen yoksul yığınlarının yanı sıra, bir mutlu azınlık vardır ki, küreselleşmeden de kendi hallerinden de çok memnundur. Neden? Çünkü bunlar emperyalist ülkelerle ortak, kendi ülkelerini, kendi halklarını sömüren kesimlerdir. Üstelik yöneticiler de bu mekanizmanın içindedirler ve gerçeği halklarından gizler, onları kalkınma masallarıyla uyuturlar.
● Küreselleşmenin, Batı zenginlerinin, daha doğrusu küresel şirketlerin lehine, az gelişmiş ülkelerin aleyhine işlediğine dair pek çok kanıt vardır. Başlıcaları şöyle sıralanabilir:
-Küreselleşme ile birlikte, büyük şirketlerin ve onların ait oldukları güçlü devletlerin, “dünya pazarındaki payları” artıyor.
-Yerli tüketim kalıplarının yerini, büyük firmaların ve onların ait oldukları güçlü devletlerin tüketim kalıpları alıyor.
-Azgelişmiş ülkelerde sanayi ve ticaret, hatta tarım giderek çok uluslu şirketlerin eline geçiyor.
-Çok uluslu şirketler, azgelişmiş ülkelerdeki “yurt-içi ticaret”e giriyorlar ve o ülkelerin ticarî sistemine egemen oluyorlar.
-Azgelişmiş ülkelerin “kendi ulusal çıkarları doğrultusunda” bir sanayi ve ticaret politikası izleme olanağı kalmıyor.
● Toparlarsak, küreselleşme” kısaca ‘yeni sömürgecilik’tir, Emperyalizm’in yeni yüzüdür. Küreselleşme gelişmiş zengin ülkelerin, onların küresel dev şirketlerinin lehine işler. Dünyada küresel şirketlerin ortaya çıkışıyla birlikte servetin merkezileşmesi hızlanmıştır. Mevcut sömürü düzeni yenilenmiş, Ekonominin kurallar güçlüler lehine değişmiştir.
Sanayileşmeleri engellenmiş yoksul ülkelerin kaynakları, sanayi ve ticaretleri, hatta tarımı giderek çok uluslu şirketlerin eline geçmektedir. Günümüzde küresel patronlarla işbirliği yapan bir azınlık dışında küreselleşmeden zarar görmeyen kimse yoktur.
Özetle küreselleşme Batılı zenginlerin, daha doğrusu küresel şirketlerin lehine, az gelişmiş ülkelerin aleyhine işlemekte olan bir süreçtir.
Kaynak: Cihan Dura, Türkiye’ye Batı Saldırısı: Ekonomimiz Hangi Silahlarla İşgal Ediliyor?Galeati Yayıncılık, Ank., 2020, (Yedinci Bölüm).
Azim ve Karar, 10.09.2021