TÜRKİYE TARIMINI ÇÖKERTMEK İÇİN TOPLUMUN KAFASI NASIL YIKANDI?

TÜRKİYE TARIMINI ÇÖKERTMEK İÇİN TOPLUMUN KAFASI NASIL YIKANDI?
7 Şubat 2022 10:56
810
A+
A-

Mustafa Kaymakçı

Bir önceki yazımda kısaca Türkiye tarımının çöküşünde, dünyada egemen neo-liberal sistemin payı üzerinde durmuştum. Bu yazımda dünyada egemen olan neo-liberal ekonomi-politikaların yönlendirmesiyle Türkiye tarımının, toplumun kafaları yıkanarak nasıl çökertildiği konusu üzerinde duracağım.

Çünkü, geçmişi bilmeksizin geleceği inşa edemeyiz, çünkü çoğumuz bunları bilmeksizin ve yargılamaksızın sonuçlar üzerinde durmaktayız.

Neo-Liberal politikalar için toplumun önce kafası yıkandı. Bu amaçla Türkiye’de kimi bilim adamları, yazarları ve siyasetçiler fonlandı. Medya gücü çok etkin bir şekilde kullanıldı. Televoleci olarak tanımlanan sözde bilim adamları aracılığı ile yalanlar ve aldatmacalar üretildi. Bu ideolojik çalışmalarla liberal-kapitalizm, büyük bir kesim tarafından normal ve doğal bir sürecin parçası olarak kabul edildi. Bu konuda önemli düzeyde kültürel egemenlik kuruldu ve  toplumun kafası yıkandı.

Toplumun Kafası Nasıl Yıkandı?

•             “AB ve  ABD’de Tarımda Desteklemeler Yoktur” Aldatmacası

Oysa AB için öncelikle besin güvenliği nedeni ile tarım sektörü en fazla gözetilen ve korumacılığın en yüksek düzeyde olduğu bir sektördü. Bu günümüzde de sürdürülmektedir. AB’de “Avrupa Tarımsal Garanti ve Yönlendirme Fonu” aracılığı ile ortak tarım politikaları uygulandığı gerçeği örtüldü.

•             “Kitler ve de Tarımsal Kitler, Karadelikdir” Aldatmacası

Türkiye’de özelleştirme politikaları,12 Eylül 1980 askeri darbesiyle toplumun gündemine aktarıldı. Özelleştirme ile devletin ekonomideki sınai, tarım ve ticari etkinliğinin en aza indirilmesi hedeflendi. Böylelikle, sözde rekabete dayalı piyasa ekonomisinin oluşturulması, devlet bütçesi üzerindeki KİT’lerin finansman yükünün azaltılması, sermaye piyasasının geliştirilmesi, atıl tasarrufların ekonomiye kazandırılması ve bu yolla elde edilecek kaynakların altyapı yatırımlarına  yönlendirilmesinin olası olabileceği gerekçeleri ileri sürüldü .

Bu doğrultuda, iç pazara dönük ithal ikamesi modeli yerine ihracata yönelik sanayileşme modeli benimsendi, fiyat denetimlerinin  olası ölçüde kaldırılması ve fiyatların arz talebe göre piyasada belirlenmesi sağlandı, kamu kesimince üretilen temel mallarda  desteklenmelerin kaldırılması ya da azaltılması, böylece bu mallarda hatırı sayılır zamların çekinmeden yapılması ve de  yabancı sermayeyi özendirmek için yeni önlemler alınması, bu arada devlet tekelindeki kimi üretim alanlarının da yerli ve yabancı özel sermayeye açılması yolunda adımlar atıldı.

1993 yılı ise KİT’lerin tasfiyesinin ve/ ya da özelleştirilmesinin yoğun olarak gündeme getirildiği bir yıl oldu. Süreci, Özal’dan sonra gelenler de sürdürdü, süreç devam ediyor.Hiçbir siyasal yaklaşım KİT’lere değinmiyor, değinse bile yarım-yamalak söylem içinde kalıyorlar.Sözgelişi,devletin elektriği kendi KİT’i aracılığıyla dağıtması gerekirken  neden özel şirketlere veriyor?

•             “Tarım Ürünlerinde Dünya Borsa Fiyatları” Aldatmacası

Medyada, Türkiye tarım ürünleri fiyatlarının, dünya borsa fiyatları üzerinde olduğu söylendi. Rekabet edebilmek için dünya tarım ürünleri fiyatları göstergesi olarak ABD Tarımsal Ürün Borsaları Fiyatları’nın temel alınması gerektiği ileri sürüldü.

Burada iki konu göz önüne alınmadı, daha doğrusu saklandı. Bunlardan birincisi, tarımsal üretim maliyetleri idi. Türkiye’de tohum, damızlık,gübre,ilaç gibi girdi fiyatlarının dışa büyük ölçüde bağımlılığı ve tarımsal alt yapı sorunları gibi nedenlerle üretim maliyetlerinin ABD ve AB ile karşılaştırıldığında daha yüksek  olması doğal bir durumdu. Bu durum karşılaştırmalarda hiç dikkate alınmadı. Kimi zamanlarda ise ABD ve AB’de çiftçi eline geçen fiyatlar ile borsa fiyatları aynı olmadı. Genel olarak Amerikalı ve Avrupalı çiftçi eline geçen fiyatlar borsa fiyatının üstünde oldu ve  aradaki fark devletçe karşılandı.

İkincisi ise zengin ülkelerin, dünya tarım pazarlarını ele geçirmek, aynı zamanda siyasal egemenlik için ucuza mal sunmaları konusu idi. Bu süreç devam etmektedir.

Durum böyle iken Şikago, Londra ve Zürih gibi borsalarda oluşan fiyatları Dünya Fiyatı olarak kabul etmek ve Türkiye’deki ödemeleri buna göre ayarlamak, tam bir aymazlık ya da teslimiyetçilikti.

•             “Ziraat Bankası Görev Zararı” Aldatmacası

Kırsal kesimin tarımsal kredi kurumu olan Ziraat Bankası, önce küçültüldü, daha sonra özelleştirilmeye başlandı. Özelleştirme gerekçeleri arasında bu bankanın büyük bir görev zararına sahip olduğu, bunun da tarımsal desteklemelerden kaynaklandığı dile getirildi. Kamuoyunun bir kesimi de buna inandırıldı.

Aslında görev zararı aldatmacasıyla iki önemli konu göz önünden uzaklaştırılmaya çalışıldı. Bunlardan birincisi, iflas eden ve kapatılan özel bankaların Ziraat Bankası’na devrinden meydana gelen zararların saklanılmak istenmesiydi. İkincisi ise hazinenin iç borçlanma ihalelerinde faizleri aşağıya çekme yükünün Ziraat Bankası’na verilmesi idi.

•             “Doğrudan Gelir Desteği” Aldatmacası

2000’li yılların başlarından itibaren, tarımda üretimle bağlantılı desteklemelerin yerine, köylü üretimden kopsun, ister eksin, ister ekmesin diye  “Doğrudan Gelir Desteği(DGD)”uygulaması devreye sokuldu. Dünyadaki çiftçilere yapılan desteklemenin bu yolla olduğu iddia edildi.

DGD uygulamasıyla ortaya şu çıktı; Üretim ile destekleme arasındaki bağ koparıldı. Üretim yapsın yapmasın, tapu getiren herkese pirim verildi. Bunun sonucu olarak, tarımsal üretim geriledi. DGD’den sonradan vazgeçildi. Ancak bu kez yetersiz olan ürün temelli desteklemeler, işletmelerimizin büyük bir çoğunluğunu oluşturan ve aile işgücünü barındıran küçük ve orta ölçekli işletmelerden daha çok büyük dev işletmelerin yaratılması için kullanıldı.

•             “Türkiye’nin Gelişmesinin Önündeki En Büyük Yapısal Engel Köylülük ve Tarımdır”Tezi

Türkiye kamuoyunda yine televoleci olarak tanımlanan akademisyenlerden Mehmet Altan, “Türkiye’nin gelişmesinin önündeki en büyük yapısal engel köylülük ve tarımdır. Köylülük sadece fakirlik değil, bir zihniyettir. Türkiye, bu sorunla yaşayamaz. Yapısal bir değişikliğe gitmeden ne bu sorun, ne de bu soruna bağlı olarak ortaya çıkan diğer sorunlar çözülebilir. Yeryüzüne ulaşmak istiyorsak, köylülük yakamızdan düşmeli…  Köylülüğün bitirilmesi gerekir.Ülkenin yarısı köylü bunlar da senede bir ay çalışıp 11 ay yan gelip yatıyorlar..”diyordu.Ancak bu tespitleri yaparken hiçbir bilimsel kanıt göstermek gereksinmesini de duymamıştı.

Azim ve Karar, 7 Şubat 2022.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.