BATI DÜNYASI BİLİMLERDE NEDEN BU KADAR BAŞARILI OLDU?
Kimsenin yadsıyamadığı bir gerçek vardır: Batı’nın bilimde ve teknolojide ulaşmış olduğu muazzam üstünlük… Peki, neden böyle oldu? Türlü sebepler sayılabilir. Zihnimi meşgul eden bir varsayım da şudur: Batı’da felsefe, bilim, sanat gibi alanlarda eser ortaya koyanlardan çoğunun Yahudi asıllı olması… Birkaç örnek vereyim: Albert Einstein, Sigmund Freud, Karl Marx, Benjamin Rubin, Peter Schultz, Stanley Mezor, Leo Szilard ve daha niceleri…
Bu, hep bilinen ve çok dile getirilen bir neden.
● Fakat soru devam ediyor: Neden adı geçen alanlarda hatırı sayılır miktarda Yahudi asıllılar performans göstermiştir? Ben sorunun yanıtını, uzun yıllardır, -genellikle de kabul gören- bir tür “ırkî üstünlük” varsayımına dayandırıyordum. Ta ki geçenlerde bir kitabı okuyuncaya kadar, Robert Winston’ın Tanrı’nın Öyküsü (Say Yayınları, 2010) adlı kitabını… Yapıtın 175. sayfasında yer alan bir pasajı okuyunca, birden eureka deyip yerimden fırlayasım geldi. Çünkü, sorunun asıl doğru yanıtı ile karşı karşıya idim! Pasajı aşağıya olduğu gibi alıyorum, kendisi de Yahudi asıllı olan yazar diyor ki:
“Yahudi geleneğine göre bize vahiy yoluyla gelmiş olan şey Tevrat’ın hammaddesidir, yani Tanrı’nın sözüdür. Ama onun hammaddesini ve içerdiği derin anlamları araştırmak insan aklına kalmıştır. Tevrat akla hitap eder ve gerçeğe ulaşmak için akılcı yöntemler gereklidir. Kral Davut “inanç yolunu seçtim” dediği zaman, inanca götüren veya inançta biten yoldan söz etmemektedir. Tevrat’ı tam olarak anlamak için aralıksız süren bir araştırma yapmaktan söz etmektedir. İnanan kişi Tanrı’nın bilgeliğine güvenir ve insan Tanrı’nın görünümünde yaratıldığı için, kendi aklına da sonuna kadar itimat eder.
Museviliğin araştırma ve entelektüel keşfe bu denli önem vermesinin, evreni araştırmanın ve onun gizemlerini çözmenin -başka bir deyişle bizim bilim dediğimiz şeyin- Yahudiler için son derecede önemli bir etkinlik olmasının sebebi budur.”
Bu satırlar neden beni bu kadar etkiledi, sebeplerini aşağıya öz ve anlam olarak ayrıca alıyorum:
– Tevrat’ın içerdiği derin anlamları araştırmak insan aklına bırakılmış.
– İnanan kişi kendi aklına sonuna kadar itimat edecektir.
– Musevilik araştırmaya ve entelektüel keşfe önem veriyor.
– Evreni araştırmak ve onun gizemlerini çözmek -başka bir deyişle pozitif bilimler- Yahudiler için son derecede önemli bir etkinliktir.
● Şimdi sorumuzu yanıtlayabiliriz: Neden Yahudiler -en azından bir kısım Yahudiler, batılıları da etkileyerek- pozitif bilimlerde büyük başarı gösterdi, bu yoldan inanılmaz teknolojiler keşfederek veya bunların önünü açarak Batı’yı neredeyse dünyaya hükmeder konuma getirdiler? Buna karşılık neden diğer dinlerin mensupları bu açıdan genellikle başarısız oldular? Sebep tam burada, işin sırrı tam burada kendini ele veriyor: Yahudileri dünyayı gözlemlemeye, bilimsel olarak araştırmaya yönlendiren, teşvik eden; doğrudan doğruya mensup oldukları din, inandıkları kutsal kitapları olmuş. Veya bu mahiyette bir yorum ve anlayış, aralarında yüzyıllar boyu yaygın olarak kabul görmüş, günümüze kadar gelmiş. Kutsal kitaplarının, onları akıllarını kullanmaya yönlendirdiğine, bu aklı dünyayı ve hayatı anlamak ve araştırmak için kullanmalarını istediğine inanmışlar. Kitaplarının, onları dünya gerçeklerini öğrenmeye sevk ettiğine inanıyor ve bu destekle dünyayı bilimsel yöntemle gönül rahatlığıyla araştırmaya koyuluyorlar. Sonuçta, bilim alanlarında, hatta sanatlarda birçok ünlü insan yetiştiriyorlar. Kuvvetle muhtemeldir ki bu zihniyeti göç ettikleri Avrupa’ya da taşıdılar. Buna karşılık diğer ülkeler, örneğin İslam dünyası ne yazık ki, böyle bir yönlendirmeden ve destekten yoksun kalmış.
Diğer dinlerde veya bunların uygulamalarında, hayata yansımalarında böyle bir teşvik yok. Bu nokta önemlidir, çünkü dinler yüzyıllar boyunca insanlığı kuşatmış ve belirli bir anlayışa yönlendirmiştir. Toplumların kültürlerini, dillerini, düşünüş biçimlerini, zihniyetlerini belirlemiştir. Etkileme günümüzde de devam ediyor. Bu belirleyiş doğal olarak Musevilikte farklı, diğer dinlerin toplumlarında, örneğin Müslümanlıkta farklı olmuş.
● Bu noktada şu klasik sorunun da olası yanıtı verilmiş oluyor: Bilimsel devrim İslam’da neden olmadı? İngiliz Filozofu Bertrand Russell’a (1872-1970) göre, “ateş yakar” diyen biri, bilimsel metot gütmüştür: Bir olgu incelenirken, incelemeyi yapan kimsenin o çeşit olguları idare eden genel yasalar keşfini sağlayacak gözlemlerde bulunması… İşte o kadar. İki basamağı var bilimsel yöntemin: birincisi, gözlem; ikincisi, muhakeme ederek bir yasaya ulaşmak.
Peki “ateş yakar” sorusunu Gazali nasıl yanıtlıyor? Gözlem değil dedüksiyon yoluyla yanıtlıyor, hayır “ateş yakmaz, yakan Allah’tır” diyor. Realiteyi, gözlemi, buna dayalı olarak yapılan muhakemeyi reddediyor. Açıklamayı ânında fizikötesi güce, Allah’a bağlıyor. Böyle olunca, Müslüman daha ileri bir adım atmaya gerek duymuyor, “peki, ateş neden, nasıl yakar” diye sormuyor. Çünkü cevap baştan verilmiş, hazır… Gazali’ye göre “Ateş yakar” diyen, günah işlemiştir. Büyük bir otorite olan Gazali ve benzerleri İslam dünyasının, yaşanan hayata yönelmesine, böylece bilimsel yöntemden yoksun kalmasına katkıda bulunmuştur, hatta yol açmıştır. Böyle bir toplumda da yüzyıllar boyunca bir Lavoisier, bir Pasteur, bir Einstein ve benzeri bilim adamları yetişemiyor. Yaradılışın en mükemmel hediyesi olan insan beyni âtıl bırakılıyor. Çünkü Evren’in araştırılması, bilimsel metot, akıl, insanın duyuları işlevsizliğe terk edilerek, daha baştan dışlanmış oluyor.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, onlar -Yahudiler ve Batılılar- başkalarından üstün veya müstesna insanlar değildi. Yalnızca dinleri onlardan, Yaradan’ın insana en değerli bağışı olan duyu ve beyinlerini işlemelerini engellemedi, tersine teşvik etti. Onlar belki de şu zihniyetle hareket ettiler, insanlığa da büyük hizmetlerde bulundular: Yaradan’ın Kitabı bütün bir Evren’dir. Görülecek, düşünülecek, anlaşılacak, okunacak ve kılavuz alınacak olan, ancak odur.
Azim ve Karar, 04.05.2021