“AVRUPA’DA ŞÖYLE, BİZDE DE ÖYLE OLMALI” DEMEK NEDEN SAKINCALIDIR?
Cihan Dura
Türkiye’de, büyük önemine rağmen en az bilinen kavramlardan biri “yapı” (bünye, structure, pattern) kavramıdır. Çoğu aydınımız, iş adamımız, politikacımız, yöneticimiz, hatta bilim adamımız yapı gerçeğinden, onun ne anlama geldiğinden ve stratejik öneminden habersizdir. Bu bilgisizliğin kuvvetli bir göstergesi şudur: Okumuşlarımız hemen her sorunda, çözüm arayışında derhal Avrupa’yı örnek gösterirler: Efendim Avrupa’da şöyle, bizde de öyle olmalı.
● Yapı kavramı nedir, faydaları nelerdir?
Dünyada her varlığın, her olgunun kendine özgü bir yapısı vardır. Biz bu yapıları araştırıp öğrenmedikçe, gözlem ve muhakemelerimizi onlara dayandırmadıkça gerçekleri keşfedemeyiz, öğrenemeyiz. Bir olgunun yapısı “o olgu ile onun elemanları arasındaki ve bu elemanların kendileri arasındaki oransal ilişkilerdir”. Bir diğer tanıma göre yapı belli koşullar altında ve belli bir zamanda bir olguyu karakterize eden oranların tümüdür. Bir olgunun “yapısal analizi”nde, onun oluşturucu elemanları belirlenip gözlemlenir. Yapısal ilişkileri belirlenir, hesaplanır ve yorumlanır. “Yapı” kavramı çağdaş bilimlerde geniş ölçüde kullanılır.
Yapı analizi bizi global analizlerin mekanik yorumlarından uzak tutar. Çünkü global analizlerde oluşturucu elemanlar şu veya bu derecede ihmal edilmektedir. Eylem planında yapı analizi en etkili politikaların oluşturulmasını sağlar. Örneğin, ekonomik amaç ve araçlar o ekonominin yapısal özelliklerine göre belirlenir. Hükümetler ekonomi politikalarını uygularken, ülkelerinin yapılarını mutlaka hesaba katmak zorundadır. Çok daha basit örnekler vereyim: Tıpta tedavi çocuğa, gence, yaşlıya göre farklıdır. Eğitimin içeriği ve yöntemi yaşa göre değişir. Neden? Çünkü söz konusu öznelerin yapıları farklıdır. Politikalar da ülkeye göre, ortama göre değişir.
● Alınan makro veya mikro kararların yapısal analize dayanmaması, hangi sakıncalara yol açar? Aydınlarımızın, politikacılarımızın, iş adamlarımızın, yöneticilerimizin büyük çoğunluğu yapı kavramından ve onun yansıttığı yaşamsal gerçekten neden habersizdir? Belki en önemli sebep şudur: Kültürümüzde, eğitim sistemimizde, üniversitelerimizde yapı olgusu öğretilmemekte, bir ders olarak okutulmamaktadır.
Türkiye’de karar alıcıların çoğu, yapı gerçeğini bilmediklerinden, yabancı bir ülkeye -örneğin, bir Batı ülkesine- gittiklerinde, orada neyi görürlerse, ânında, olduğu gibi Türkiye’ye aktarmaya kalkışırlar. Ülkelerin yapısal farklılığını hesaba katmazlar. Tabii sonuç da kesin bir başarısızlıktır. İsmet İnönü’nün “Amerika’yı memnun edeceğim” diye apar topar “demokrasi” rejimine geçişi, AKP döneminde de “AB’ye üye olacağız” diye bize özgü her şeyimizi değiştirmeye kalkışımız hep bu sonucu vermiştir.
Oysa Türkiye farklıdır, diğer ülkelerle ortak özellikleri olsa da farklıdır. Nasıl her ülke farklı ve kendine özgü ise, Türkiye de farklıdır, kendine özgüdür; insanıyla, zihniyeti ile, kültürüyle, tarihiyle, coğrafyasıyla, ekonomisiyle… Türkiye’nin koşullarında farklı gözlemler, görüşler, farklı sistemler devreye girer. Dolayısıyla dışarıdan alınan şeylerin -görüş, teori ve politikaların-mutlaka gözden geçirilmesi, ülke koşullarına uyarlanması şarttır. Bu yaklaşım, diğer ülkelerin birikimlerinden, değerlerinden, kültürlerinden, bilim ve teknolojilerinden uzak durma anlamına asla gelmez.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında ülkeler arasındaki yapı farklılığına dikkat edildiğini ve çağdaşlaşma sürecinde kararlarını buna göre alındığını görüyoruz. Örneğin Atatürk çağdaşlaşmayı millî kültür üzerinde yükseltmek istemiştir. Bakın, bu konuda ne demiş: Biz bize benzeriz… Bir millet için mutluluk olan bir şey, diğeri için felaket olabilir. Aynı sebep ve koşullar birini mutlu ettiği halde, diğerini bedbaht edebilir. “Biz bize benzeriz” demek, biz diğer ülkelerden farklıyız demektir. Partisini, CHP’yi kurarken, programını hazırlarken de aynı noktayı vurgulamıştır.
Batı taklitçiliğine dönersek, biri ‘güzel’ öbürü ‘çirkin’ iki ayrı Batı olmasına rağmen, Batı’yı yekpare bir bütün olarak görüyor ve öyle değerlendiriyoruz.İki ayrı Batı olduğu gibi bir de iki farklı bilim, “kirli”ve “temiz bilim” var. Örneğin, fakültelerimizde okutulan iktisat bilimi; büyük ölçüde, Çirkin Batı’nın dünya görüşüne ve çıkarlarına göre oluşturulmuş bir “bilim”dir.“Küreselleşme” kavramının Türkiye’de hemen hemen tartışmasız kabulü de yapı cehaletinin bir ürünüdür. Oysa küreselleşme batılı bilim adamlarının, kendi ülkelerinin yapılarına ve çıkarlarına uygun olarak oluşturdukları bir ideolojidir. Ekonomik Liberalizm de öyledir.
Demokrasi elbette gerekli ve vazgeçilmez bir kurumdur, ancak bugün uygulandığı şekliyle Türkiye’nin yapılarına uygun değildir. Uymadığı için de kendinden beklenen olumlu sonuçları vermemiştir, vermeyecektir. Dışardan dayatılmış bir rejim olarak aslında bir “Truva Atı” işlevi görmektedir. Çevre ülkelerinin, örneğin Türkiye’nin yapılarını, ihtiyaçlarını ve çıkarlarını hesaba katmadığı için büyük sorunlara yol açmaktadır. Peki, kime yarıyor bu putperestlik? Yalnızca Amerika’ya ve onun yerli ortaklarına yarıyor, kendilerini AB kisvesi altına gizleyen emperyalist güçlere, ulus-ötesi şirketlere yarıyor. Atatürk Türkiye’sini demokrasi diye diye dağıtıyor, çökertiyorlar.
● Sonuç olarak diyebiliriz ki: yapı kavramı bilinçsizliği insanı düz mantığa iter, kolaycılığa götürür, insana büyük hatalar yaptırır.
Dünya küreselleşiyor, biz de küreselleşelim. Avrupa liberal, biz neye olmayalım. Bu basit muhakemeler şu yaşamsal soruları sormamızı engelliyor: kültürel, ekonomik ve sosyal yapılar benzer mi? Gelişme düzeyiniz bir mi? Beşerî sermayen aynı mı? Tarihiniz, coğrafyanız, düşünce tarzınız benzer mi? Diğer örnekler: Biz Avrupa’da toprak satın alabiliyoruz. Öyleyse onlar da Türkiye’den alabilir. Biz Batı’da dinimizi yayabiliyoruz. Onlar da Türkiye’de dinlerini yayabilir. Yapısal farklılık muhakemeye yine katılmıyor: Ülkelerin ekonomik güçleri, gelir düzeyleri aynı mı, araçları eşit mi? Amaçları aynı mı?
En tehlikeli durum ise, ülkenin bugünü ve geleceği kendilerine teslim edilen meclisin, hükümetlerin, liderlerin yapısal yaklaşım konusundaki cehaletidir. Bugünkü Türkiye bu durumun en trajik örneklerinden birini sergiliyor. Bedelini ise milletçe en ağır şekilde ödüyoruz.
Kaynak: Cihan Dura, Dünden Bugüne Türkiye’nin Sorunları, Atayurt Yayınevi, 2020, ss. 576-580.
Azim ve Karar, 21.11.2021