ÇAĞDAŞLAŞMANIN ULUSAL KÜLTÜR BAKIMINDAN ARZ ETTİĞİ BÜYÜK TEHLİKE VE BUNDAN KAÇINMANIN YOLU
Cihan Dura
Emperyalizmin en sinsi ve tehlikeli olanı kültür emperyalizmidir.
Emperyalist ülke bu yoldan, hedef aldığı ülkenin kültürünü bozar, yozlaştırır. Yerine kendi kültür değerlerini koydurur. Hedef ülkeyi ve insanları kültür ve zihniyet bakımından bir sömürge haline getirir. Nihai hedef ekonomiktir. Ülkeyi zamanla, kendi mallarını sürdüğü bir pazar haline getirir, doğal kaynaklarını ele geçirir. İçerde işbirlikçileri de vardır. Bunlar hedef ülkenin yarı aydınları, iş adamları, medyası, eğitim sistemidir.
Metin Aydoğan kültür emperyalizminin genel olarak kendini ‘küresel kültür’ piyasalarında gösterdiğini belirterek şu örnekleri veriyor: “Bu piyasaların yarattığı yeni insan tipi, kendi ülkesine yabancılaşır. Televizyonlar, CD ve bant kasetler, rock yıldızları, tişörtler; gençler üzerinde, anne-baba ve öğretmenlerden daha etkili olur. New York’lu, Hong-Kong ya da Atinalı gençler, yaşıtlarıyla, ailelerinden daha çok şey paylaşır duruma gelir. Aynı ürünlere ilgi duyar, aynı filmlere gider, aynı müziği dinlerler. Cola tanıtımları (reklamları), dünyanın hemen tüm ülkelerinde aynı anda gösterime girer. Küresel şirket malları, değişik şehirlerde aynı vitrin düzenlemeleriyle satışa sunulur. Los Angelos, Seul ya da İstanbul’daki aile arabaları, elektronik ev aletleri, mutfakları ve içki dolapları birbirine benzemeğe başlar”
● Bu süreçte bizim de ulusal kültürümüz kayıplara uğramış, gelişip serpilmesi sekteye uğramıştır. Neden böyle olmuştur? sebebi nedir? Açıkça görülür ki, Türkiye’yi bu büyük tehlike ile karşı karşıya bırakan temel sebep, esas itibariyle milletimizin kalkınma ve çağdaşlaşma arzu ve girişimidir.
Mekanizmayı şöyle açıklayabilirim: Bir toplumun başka toplumlardan kültür ithali başlıca iki yoldan olur: Bir, zorla… (emperyalizm); iki, toplumun kendi bilinçli isteğiyle. Bu iki durumu iyi ayırt etmek lazım: Birinci şekil, ‘kültür emperyalizmi’ dediğimiz şeydir. Osmanlı tarihinde parlak örnekleri vardır. İkincisi, çağdaşlaşmanın gereğidir. Türk devrimi bir örneğidir. Ancak bu şekil dahi zamanla yozlaşabilir, kültür emperyalizminin veya etkilerinin önünü açar. Ne yazık ki, Türkiye’deböyle olmuştur.
● Emperyalizmin zorlamasıyla giren kültür, salt yabancı çıkarlar yönünde alındığı için çok zararlıdır. Yabancı güç konumunu sürekli kılabilmek için, avladığı milletin zayıflamasını, bölünmesini, birliğinin bozulmasını ister. Ülkedeki işbirlikçilerinin desteğiyle öyle kurumlar dayatır ki, ülkenin sosyal yapısını, fikir dünyasını, hukukunu, ahlakını, ekonomisini hedef alır; her birinin kendi çıkarlarına uygun hale gelmelerini sağlar. Hedef ülkede yaşam felsefesini, sosyal davranışları, özgürlükleri ve çalışma imkânlarını kendi menfaatlerinin gerektirdiği boyutlara indirir. Eğer gerekli önlemler alınmazsa, çağdaşlaşma ve kalkınmanın gerektirdiği kültür ithali de aynı sonuçları doğurur.
Yabancı kültürün -şu veya bu yoldan- bir milleti toptan teslim alması, tam bir felaket demektir. Ülkenin tüm dokularına sızan ithal kültür millet ve devletin önündeki verimli, geliştirici ve yaşatıcı bütün yolların önünü keser. Her şey dışardan geldiği için, ülke insanı en doğal haklarından yoksun kalır: Kendini göstereceği çalışma alanları bulamaz, beynini, duygularını kullanamaz, emeğini değerlendiremez, yeteneklerini işleyip geliştiremez.
Osmanlı’yı bir tarafa bırakalım, bizim Cumhuriyet tarihimiz bile bu engellemenin örnekleriyle doludur: Çiçeği burnunda uçak fabrikalarımıza kilit vurulmuştur, otomobil üretiminin önü kesilmiştir. İnsanımızı yetiştirecek, yaratıcı kılacak köy enstitüleri kapatılmıştır. Çalışma alanı bulamadıkları için en nitelikli gençlerimiz yıllardır yurt dışına sığınmak zorunda kalmaktadır.
● Peki, bu habis engellemeden nasıl korunabiliriz?
Atatürk’ün ortaya koyduğu Türk milliyetçiliği; çağı yakalamayı hedefler, fakat aynı zamanda ulusal kimliğin yaşatılmasını şart koşar.
Biliyoruz ki, Türk Devrimi insanımızın aklını özgürleştirmiş, yaratıcılığını gerçekleştirmesinin önünü açmıştır. Bu, Türk kültürünün en büyük kazancı olmuştur. Türk insanı, özgürleşen aklı ve yetenekleriyle çağdaş yapıtlar ortaya koymaya başlamış, milletimizin kendine özgü özelliklerini işleyerek ulusal kültüre yaşama gücü kazandırmıştır.
Ne var ki, tehlike tam da bu noktada kendini gösteriyor: Çağı yakalama hedefi; daha ileri düzeyde olan yabancı bir kültürden faydalanmayı, birçok çağdaş değerin alınmasını gerektirmektedir. Bu alım (ithal) sürekli, hazıra konma ve hep taklit şeklinde olursa, işte o zaman son derecede sakıncalı oluyor. Çünkü devamlı bir hazıra konma süreci millî kültüre çok büyük zararlar verecektir. Milletimizi millet yapan nitelikler işlenmeyecek, yozlaşacak, aşınıp unutulacak, zamanla yok olacaktır. İşte bu gerekçeyledir ki, milliyetçilik tanımının ikinci kısmında “ulusal kimliği koruma” şartı konularak sakıncanın önü kesilmek istenmiştir.
Ulusal kültür; kullanılmaz ve işlenmezse yozlaşır, güdükleşir, işe yaramaz hale gelir. İnsanlar da aynı açmaza uğrar. Toplum büyük verimler ve gönenç imkânlarından yoksun kalır. İnsanlarımızın son derecede önemli olan mevcut ve potansiyel yetenekleri zayıflamaya ve dumura uğramaya başlar. Yeni kuşaklar tembel ve özgüvensiz, idealsiz yetişir. Çünkü çalışamayacaklardır, yaratıcı olmalarının önü kesilmiştir, artık bir gelecekleri yoktur. Bunun önemli bir sebebi nedir? Değer, fikir ve araç olarak birçok şeyin sürekli olarak yabancı kültürlerden alınmasıdır.
Bir kez daha soralım: Bu tutsaklık, pasiflik ve kısırlığın önüne nasıl geçilebilir?
Yapılacak şey çağdaşlaşmanın ‘hazıra konma’ şeklinde gerçekleşmesini önlemektir. Yukarda vurguladığım ‘maddi ve manevi ithalat’ süreci insanımızı işsiz, ulusal kültürümüzü soluksuz bırakmamalıdır. Tam tersine insanlarımız bir kütle halinde, dışardan alınan yeni çağdaş değerlerle veya bunları olabildiğince işleyerek, kendi kültürlerini canlı tutma, geliştirme, sürekli olarak ona yeni şeyler katma seferberliği içinde bulunmalıdır. Kendi insanımızın eseri olan yeni bir fikir, yeni buluş veya teknik, ekonomide ses getiren bir başarı, sanatta ve edebiyatta yeni bir çığır veya katkı… gibi özgün yaratılar ortaya konmalıdır.
Bu ‘özgür yaratıcılık’ da ancak Türkiye’nin kalkınmasının devamlılığı ile olur, tarımsal gelişme ve sanayileşme ile, diğer her bakımdan ilerleme ile olur. İnsanlarımıza kendini gerçekleştirme imkânı ancak bu yoldan sağlanabilir..
Azim ve Karar, 25.02.2022