GÖZ ODUR Kİ DAĞIN ARKASINI GÖRE, AKIL ODUR Kİ BAŞA GELECEĞİ BİLE
Cihan Dura
Türkiye’dehiç eksik olmayan şey nedir? Büyük çevresel felaketlerdir, orman yangınlarıdır, depremler, sel ve su baskınları ve daha niceleridir!
Çıkan yangınlar sebebiyle her yıl hektarlarca orman alanımız ağaçlarıyla, tüm canlılarıyla yok oluyor. Alevlerler yerleşim yerlerini sarıyor. En değerli yörelerimiz yıkıma uğruyor, çölleşiyor.
Türkiye sürekli depremlerle sarsılıyor. En son, 6 Şubat 2023’te 11 ilimizde meydana gelen deprem sonucunda resmi rakamlara göre 50 binin üzerinde kişi hayatını kaybetti, 122 binden fazla yaralı var. Gerçek kayıp sayısının 100 binin üzerinde olduğu söyleniyor. On binlerce bina yerle bir oldu.
Ülkede sık sıkmaden ocağı patlamaları oluyor. Onlarca yurttaşımız hayatını kaybetti. Madencilik faaliyetleri; orman alanları, su havzaları, verimli tarım arazileri ve yaşam alanları üzerinde geri dönüşü olmayan zararlara sebep oldu. Milas ilçesine bağlı İkizköy’de yer alan Akbelen Ormanı, Yeniköy-Kemerköy termik santrallarına kömür çıkarmak amacıyla yok edilmek üzere… Kömüre dayalı enerji politikaları ve 4. Grup madencilik faaliyetleri, ülkemizdeki doğal varlıkların ciddi şekilde zarar görmesine yol açtı. Ayrıca, kentsel ve kırsal alanlarda doğayla uyumlu yapılmayan mekânsal planlamalar ve artan yapılaşma baskıları, ekolojik dengenin bozulmasını daha da kritik düzeye taşıdı.
Ülke çapında giderek sıklaşan şiddetli yağışlar sonucunda, yıkıcı etkilere ve can kaybına yol açan sel felaketleri oldu. Dereler taştı, yollar kapandı. Tarım arazilerini, ev ve işyerlerini su bastı, insanlar mahsur kaldı, köyler boşaltıldı.
Bütün bu felaketler Türkiye’de her yıl ve en ağır şekilde yaşanıyor.
Peki, sebep nedir? İlk akla gelen -veciz bir ifade ile- ülkede “en önemli şeylerin en önemsizlerin insafına bırakılması”dır. Sebep ilk bakışta bu kadar basit görünüyor, fakat üstesinden gelmek hiç kolay değil, çünkü asıl kökte olan sebepler var.
Açayım ne demek istediğimi: “En önemli şeyler” ülkenin kaynaklarıdır: ekolojisi, insanları, yeryüzü ve yeraltı servetleridir; ormanları, toprakları, suları, madenleridir. Devletidir, halkın egemenliği, ulusal birliği, kültürü ve geleceğidir, ülkenin bağımsızlığıdır. “En önemsizler” ise, ülkenin; eğitimden nasibini almamış, iyi yetişmemiş, ahlaken zayıf, geri zihniyetli, mevki ve para hırslısı, siyasete yalnızca kişisel veya grup çıkarı için soyunmuş olan insanlarıdır. Politikayı hizmet değil, geçim aracı olarak görürler. Çağdaş bilimlerin gerçeklerinden habersizlerdir ya da kişisel veya sınıfsal çıkarları gereği onları görmezden gelirler.
“Demokratik” rejimde yukarda saydığımız en önemli şeyler, en önemsizlere halkın oyları ile bırakılır. Bu korkunç hata eğitim görmemiş, toplumsalsorunlardan habersiz oy sahibi halk kitleleri eliyle gerçekleşir. Kök sebep, asıl sebep işte budur:Bu sebep ülkeye hâkim olan cehalettir, ülkede süreklilik kazanmış olan çağdaş eğitim yoksunluğudur.
İnsan dünyaya “insan” olarak gelmez. Ancak çağdaş eğitim görerek “insan” olur. Bir ülkede çağdaş eğitim ne kadar yaygın ve ne kadar etkili ise, o ülkenin insanları o kadar bilimci ve sosyal ahlak sahibi olur; “bilim ve sosyal ahlak yolu”nda o kadar yürür, ülkelerinin değer ve kaynaklarına o kadar sahip çıkarlar.
* * *
Bilim ve sosyal ahlak yolunun ilk koşulu; doğadaki ‘Sebep-Sonuçbilinci’ne sahip olmak, bu ilişkinin gerektirdiği şekilde düşünmek, duyumsamak, hareket etmek ve iş yapmaktır. Sebep-sonuç bilincini bize kazandıran yalnızca pozitif bilimlerdir. Atatürk boşuna “Hayatta en hakikî yol gösterici bilimdir” dememiştir. Bu neden böyledir? Bu determinizmin arkasında ne vardır? Şu yasa vardır: Aynı etkenler bir araya gelince, sonuçlar da aynı olur ve bu bağlantı her defasında tekrarlanır. Bu, bilimsel bir yasadır ve bütün koşullarda, hem mekân boyutunda hem zaman boyutunda geçerlidir. Fakatyalnızca bilimsel olmak da yeterli değildir. Aynı zamanda, sosyal ahlakkurallarına göre düşünmek, karar vermek, iş yapmak, hizmet etmek gerekir. Sosyal ahlak (Ulusal ahlak); her yurttaşın, en az kendisini düşündüğü ve kolladığı kadar bir üyesi olduğu milletini, halkını da düşünmesi ve kollaması demektir.
Öyleyse asıl marifet nedir? Marifet -yöneticilerin her felaketten sonra dillerine doladıkları gibi- ‘yaraları sarmak’ değildir; marifet -bilim sayesinde önceden önlem alarak- toplumun yara almasına meydan vermemektir. Marifet “ufkun ötesini görmek”tir. Neymiş efendim: “yangınlardan zarar görenler için şu kadar ödenek ayrılmış. Afet bölgesi ilan edilecekmiş. Esnafın borcu ertelenecekmiş. Kredi açılacakmış. Kül olan evler ve ahırlar yeniden yapılacakmış. Yanan alanlar ağaçlandırılacakmış.” Geçin efendim, neye yarar Basra harap olduktan sonra… Marifet bu durumların ortaya çıkmasını önceden engellemektir!
Öyle bir kültürümüz var ki, yüzyıllardır aklı ve pozitif bilimleri dışlıyor. İnsanlarımızı çağdaş ve bilimsel bir kültürle yetiştirmiyoruz. Atatürk’ün “bilimcilikdevrimi”ni yaşatamadık. Bu nedenledir ki, hiçbir doğal kaynağımızı akıllıca ve bilimsel zihniyetle kullanmıyoruz, bu hatamızın bedelini de sık sık fazlasıyla ödüyoruz. Doğa, kurallarına uymayanı affetmez!
Doğada her şey birbirine bağlıdır: Denizler, akarsular, ormanlar, fırtınalar, yağmurlar, sulak alanlar, barajlar, bitkiler, hayvanlar, insanlar… Birinde yaptığımız bir yanlışlık, zincirleme olarak bütün diğerlerini etkiler. Onun içindir ki devlet ve toplum yönetimi akıllı, bilgili, ahlaklı adamlar ister. Devletin başına, doğal kaynakların yönetimi görevine basit siyasetçileri değil, kaliteli insanları getirmek gerekir. Yine bunun içindir ki, Türkiye’de uygulanan, ucubeleşmiş ‘demokrasi’ rejimine, her yönüyle -seçmeni, seçileni, seçimi ve kurumlarıyla- bir çekidüzen vermek kaçınılmaz bir noktaya gelmiştir.Çünkü bu bozuk siyasetçileri ülkenin başına bela eden, kullandığı oyun hakkını vermeyen ülke sorunları alanında bilinçsiz olan seçmenlerdir.
Demokrasiyi, “sistem ve rejim” olarak birbirinden ayırmak gerekir. Demokrasi bir ‘sistem’dir. Uygulamaya konunca ‘rejim’ olur. Sistem olarak idealdir, ancak rejim olarak -halkın durumuna göre- sakıncaları ortaya çıkar. Özellikle cehaletin ve sosyal adaletsizliğin yaygın olduğu ülkelerde ‘demokrasi’ akla gelebilecek en kötü sonuçlara yol açabiliyor. Türkiye’deki uygulamasıyla, kendinden beklenen faydaların çoğunu sağlayamamakta, büyük yolsuzluklara ve zararlara vasıta olmaktadır. Dünyayı yöneten güçler; iç düşmanlarla ortaklık kurarak demokrasi rejimini kendi çıkarlarının bir aracı olarak kullanıyorlar. Halk iyi eğitilmediği, sosyal sorunları göremediği ve anlayamadığı için,yeteneksiz ve işbirlikçi insanları iktidara getiriyor.
* * *
“Türkiye bir felaketler ülkesidir” desem,ne yazık ki, yeridir. Fakat tek sorumlu Doğa mıdır? Hayır, bir sorumlu daha vardır; asıl sorumlu, başta yöneticileri olmak üzere, ülkemizin insanlarıdır.
Peki, ne yapmalıdır? Felaket olgusunu sürekli gözlem altına almak, araştırmak, ders almak, yeniden olmaması veya olursa, zarar ve kaybı olabildiğince azaltmak için sürekli çaba göstermelidir. Bu zor olan, bilim ve sosyal ahlak yoludur. Kolay yol; bilim istemez, yüksek ahlak istemez. Siyasetçi ve yöneticinin yapısı ne ise, yapacakları odur: Bilgisizlik, üstünkörü yaklaşım, beceriksizlik, rant arayışı, eş dost kollama, oy kaygısı… Bundan dolayıdır ki, hiçbir sorun kökten çözülemez, felaketler ve etkileri gittikçe artar, ağırlaşarak sürüp gider.
Hiçbir felaket ‘Allah’ın izniyle’ aşılmaz. Çünkü Allah insanların işine karışmaz. Çünkü Yaratan ‘insanı’ dünyanın en mükemmel ‘makinesi’ ile donatmış; ona beyin vermiş, el kol vermiş, çalıştırsın, iş yapsın, çözüm bulsun diye. Felaketin ilk anlarından itibaren değil, felaket olmadan önce devlet olarak halkla beraber olacaksın. Hasar tespit çalışmasından önce, hasarı önlemek için çok önceden iş yapacak, plan yapacak, tedbir alacaksın.
Marifet sonuçları değil, başlangıçları görmek, başlangıçları değiştirmektir.
“Yıkılanın yerine daha iyisini yaparak, yananın yerine daha fazlasını dikerek, eksilenin yerine daha çoğunu koyarak yolumuza devam ediyoruz” demeyeceksin. Gözün kulağın, her an olabilecek felaketlerin üzerinde olacak. Bilimsel düşünerek, doğru kaynak tahsisiyaparak bütün olası kayıpların önüne önceden geçmiş olacaksın.
Sonuç olarak diyebilirim ki, milletler; pozitif bilimleri kılavuz almayan, ahlaklı davranmayan okumuşları ve yöneticileri eliyle kaybeder. Bilinmelidir ki, dünya gerçekleri ve yüksek ahlak, insan iradesinden, millî iradeden üstündür. Toplum açısından en yaşamsal kararlar, asla seçim yoluyla yetki sahibi kılınan politikacılara bırakılmamalıdır. Bu şahıslara iktidar yolunu açan halkın eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi son derecede önemlidir. Halk seçti diye ülkenin kaynakları cehalete ve ahlaksızlığa teslim edilemez. Bu hatamız, artık üzerinde kafa yormamız gereken temel bir sorun haline gelmiştir.
M. K. Atatürk diyor ki: Bir amaca yürüyen yolcu yalnız ufku görüyorsa, yeterli değildir; ufkun ötesini de görmeli, ufkun ötesinde olanı da bilmelidir. Başarı için, olacakları önceden görmeli, buna göre çareler düşünmeli, önlemler almalı, yapılacakları önceden planlamalıdır. Her şey için, örneğin bir felaket için de öyle: Felaketin önlenmesi ve karşı savunma araçları üzerinde, felaket başa gelmeden önce düşünmek lazımdır. Geldikten sonra üzülmenin hiçbir faydası yoktur.
_____________________________________.
Not: Yazımın başlığı bir Türk atasözüdür.
Kaynak: Cihan Dura, Dünden Bugüne Türkiye’nin Sorunları, Atayurt Yayınevi, Ank., 2020. Cihan Dura, Atatürkçülük Dersleri, Atayurt Yayınevi, Ank., 2022.
Azim ve Karar, 15.03.2024