TEKNOLOJİ İTHALİ VE KÜLTÜR SORUNU
Cihan Dura
Modernleşme ve ekonomik kalkınma yeni teknolojilere önemli ölçüde bağlıdır. Çağdaşlaşan bir toplumda kaçınılmaz olarak mevcut kültür de değişecektir. Ancak bu değişim, gelişmiş ülkelerde başka, gelişmekte olan ülkelerde başka şekil altında kendini göstermektedir.
Günümüzün ekonomik bakımdan gelişmiş toplumlarında teknolojinin kültür üzerindeki etkisi, sanayi öncesi safhadan sanayi toplumu safhasına geçtikleri tarihî dönemlerde nispeten şiddetli bir “kültür bunalımı” yaratmamıştır. Çünkü bunların ulusal kültür yapısı, esas olarak yine ulusal olan sanayi teknolojilerinin koşullarıyla çelişkiye düşmemiştir. İkinci olarak bu geçiş; tek tek ve çıkışı uzun fasılalı teknolojik yeniliklerle uzun bir süreyi kapsadığından, yavaş yavaş ve sindirilerek gerçekleştirilmiştir. Buna karşılık sanayi toplumu safhasından bilgi toplumu (sanayi sonrası toplum) safhasına geçiş süreci ve devamı; yeni teknolojilerin süratle ve peş peşe sıralanması nedeniyle çok daha kısa bir zaman süresine sığdırılmıştır. Bu nedenle o ülkelerde de artık bir kültür ve teknoloji uyumsuzluğundan veya çatışmasından söz edilebilmektedir. Nitekim ekonomik bakımdan geride olan ülkelerde modern teknoloji ithalinin yol açtığı kültür bunalımı olgusunun incelendiği etütlerle, gelişmiş ülkelerde aynı tip sorunların incelendiği çalışmalar arasında önemli yaklaşım benzerlikleri olduğu kaydedilmektedir.
Tarım toplumu safhasından sanayi toplumu safhasına gecikmeli ve yapay olarak geçmeye çalışan bugünün ekonomik bakımdan az gelişmiş ülkelerinde ise, teknoloji ve kültür çatışması çok daha ağır ve dramatik sonuçlar doğurmuştur.
Bu neden böyle oluyor, sebepleri nelerdir? Sebep birinci olarak, bu ülkelerin hâlâ tarım toplumu safhasına tekabül eden kültür yapılarının, başta bilimsel düşünüş ve davranış olmak üzere sanayi toplumu tekniklerinin başlıca koşulları ile çelişkiye düşmesidir. İkinci olarak -yukarda değindiğimiz gibi- Batı toplumları tarım toplumundan sanayi toplumu safhasına nispeten tabii ve yumuşak bir şekilde geçmiş; tek tek ve daha uzun zaman aralıkları ile sahneye çıkan yeni teknolojilere mevcut kültür yapıları da özü itibariyle zaten elverişli olduğundan zaman içinde yavaş yavaş intibak etmiştir. Oysa bugünün gelişmekte olan ülkeleri, sanayi ve bilgi toplumlarının çeşit çeşit ve en yeni teknolojilerini, fikir ve davranışlarını süratle ve peş peşe ithal ediyorlar. Buna karşılık dünyaya bakışları, düşünce, duygu, davranış ve kurumları çok yavaş değiştiğinden, o teknolojilerin gerektirdiği kültürel değişme aynı hızla gerçekleşmediğinden, bundan gerginlik ve intibaksızlık doğuyor.
Güncel kültür sorunlarını “değişim sürecinin yüksek ivmesi”ne bağlayan, değerli düşünür ve araştırmacılarımızdan Bozkurt Güvenç’in (1926-2018) belirttiği gibi, toplumun tüm parça ve katmanları aynı hızla ve yönde değişmediği için, geçiş aşamasındaki toplumlarda böylece ‘yenilikçiler ve gelenekçiler’, ‘devrimciler ve muhafazakârlar’ şeklinde kaçınılmaz ve uzlaşmaz, sosyal bir düalizm oluşuyor.
Türkiye’ye gelince milletimiz en az yüz yıldır kalkınma çabası içinde bulunan, yani tarım toplumu olmaktan çıkıp -varlığını sürdürmek için, bir sanayi toplumu olmaya çalışan- kısacası, çağdaşlaşmak/modernleşmek isteyen bir toplumdur. Ancak hiçbir şey niyet etmekle gerçekleşmez. Atatürkçü düşüncenin savunduğu gibi, bu istek tarım toplumuna özgü olan zihniyet ve geleneklerden fedakârlık yapmayı, insanımızın ve öncü rolünü üstlenmesi gereken aydınlarımızın bir düşünüş ve hayat biçimi olarak geçmişi -gerektiği ölçüde- bırakıp bugüne yönelmesini, sanayi toplumlarına özgü olan ideal, metot ve teknikleri iğreti değil bir tutku olarak benimsenmesini, yeni topluma özgü olan kurumsal yapıyı geliştirmesini gerektirir. Ülkemizde “çağdaşlaşan Japonya’da geleneksel kültürün değişmediği” şeklinde yanlış bir inanış vardır. Oysa, Bozkurt Güvenç’in vurguladığı gibi, hızla değişen Japon kültüründe ancak bazı temel ilkeler devamlılığını koruyabilmiştir.
Türkiye’nin çağdaşlaşması Batılılaşması demek değildir. Varlığını sürdürebilmesi için zaman içinde bir sosyal evrim safhasından daha ileri bir safhaya geçme sürecinden ibarettir. Ancak bu geçiş bir yandan Batı’dan teknoloji ithali gerektirirken, bir yandan da kültür değişikliğine yol açacaktır. Ortaya çıkacak olan kültür bunalımı ise, ancak yurt içi bilim, teknoloji ve fikir üretimi ile hafifletilebilir. Ancak bu sayededir ki yeni kültür, bize özgü olan Atatürk’ün ‘millî kültür’ dediği kültür olacaktır.
Kanı’mca bu önemli hususlar; modernleşmeye geleneksel değerler adına karşı çıkan, “Batı’nın sadece teknolojisini alalım” şeklindeki görüşlerle, çağdaşlaşmayı Batı’da ne varsa olduğu gibi gelişigüzel aktarmak şeklinde anlayan, ulusal bilim ve teknoloji, fikir ve sanat faaliyetine yer vermeyen görüşlerin ihmal ettikleri gerçeklerdir. İhmalin kaynağı da her iki görüş bakımından, düşünce ve eylemde bilimsel yöntem eksikliğidir. Bu görüş sahipleri Doğu’yu ve Batı’yı taklidi şiddetle reddeden, “Ben manevi miras olarak hiçbir dogma, hiçbir donmuş kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman dönüyor, anlayışlar değişiyor. Benden sonra akıl ve bilimin rehberliğini kabul edenler, manevi mirasçılarım olurlar.” diyen Atatürk’ü hiçbir zaman anlamadıkları, onun bu uzlaştırıcı görüşü etrafında kenetlenmedikleri için, kültür bunalımımız da ne yazıktı ki, gereksiz bir şiddetle sürüp gidiyor.
Kaynaklar:
Cihan Dura, “Teknoloji ve Kültür Değişmesi”, Türk Yurdu, Sayı 78, Şubat 1994.
Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, 1984.
Azim ve Karar, 11.11.2022