DEVLET YÖNETİMİNDE ‘YAPI’ KAVRAMININ ÖNEMİ 

DEVLET YÖNETİMİNDE ‘YAPI’ KAVRAMININ ÖNEMİ 
29 Aralık 2023 14:36
239
A+
A-

Cihan Dura

Türkiye’de karar alıcıların pek çoğu, ‘yapı’ gerçeğini, ‘yapı’ kavramını bilmediklerinden, yabancı bir ülkeye -genellikle bir Batı ülkesine- gittiklerinde, orada neyi görürlerse olduğu gibi Türkiye’ye aktarmaya kalkışırlar. Ülkelerin karşılıklı yapı durumlarına bakmazlar, yapısal farklılığı hesaba katmazlar. Daha doğrusu böyle bir sorunları yoktur. Tabii sonuç da kesin bir başarısızlık, bir fiyasko olur. İsmet İnönü’nün “Amerika’yı memnun edeceğim” diye apar topar ‘demokrasi’ye geçişi, sonraki hükümetler döneminde de “AB’ye üye olacağız” diye bize özgü neyimiz varsa, akıllıca bir ayrım yapmadan, her şeyimizi değiştirmeye kalkışmamız hep bu sonucu vermiştir.

Oysa Türkiye farklıdır, diğer ülkelerle ortak özellikleri olsa da farklıdır. Nasıl her ülke değişik ve kendine özgü ise, Türkiye de kendine özgüdür; insanıyla, kültürüyle, tarihiyle, coğrafyasıyla, ekonomisiyle…Türkiye’nin koşullarında farklı gözlemler, görüşler, farklı sistemler, uygulamalar devreye girer. Dolayısıyla dışarıdan alınan şeylerin önce gözden geçirilmesi, ülke koşullarına uyarlanması şarttır. Bu yaklaşım; diğer ülkelerin birikimlerinden, iyi olan değerlerinden, kültürlerinden, bilim ve teknolojilerinden faydalanmama anlamına gelmez.

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında ülkeler arasındaki yapı farklılığına dikkat edildiğini ve kararların buna göre alındığını görüyoruz. Örneğin Atatürk çağdaşlaşmayı millî kültür üzerinde yükseltmek istemiştir. Bakın, bu konuda ne demiş: Biz bize benzeriz… Bir millet için mutluluk olan bir şey, diğeri için felaket olabilir. Aynı sebep ve koşullar birini mutlu ettiği halde, diğerini bedbaht edebilir. Burada “Biz bize benzeriz” demek, biz diğer ülkelerden farklıyız demektir. Partisini, CHP’yi kurarken, programını hazırlarken de aynı noktayı vurgulamıştır: Partimi kurarken, başka ülkelerde kurulmuş benzeri partilerin programlarını gözden geçirdim; ne var ki ülke ve milletimizin gerçek ihtiyaçlarını tatmine yeterli bulmadım onları. Bu nedenle, böyle bir programın esaslarını belirlemek üzere bütün yurtseverlerin, bilim adamları ve uzmanlarımızın yardım ve işbirliğine başvurmayı gerekli gördüm. 

Yapı (bünye, structurepattern) kavramı “bir bütünü oluşturan parçaların göreli (oransal) payları ile bunların birbirleriyle olan ilişkileri ve etkileşimleri” olaraktanımlanabilir. Yapı bize örneğin bir ülkenin coğrafi, sosyal, ekonomik özelliklerini, zayıf ve güçlü taraflarını, hâkim karakterini gösterir.

Yapı analizi ihmal edilerek alınan karar ve uygulamalara hatırıma hemen gelen birkaç örnek vermek isterim.

1) İngiliz seyyah Frederick Burnaby (1842-1885) “Küçük Asya Seyahatnamesi”nde şu tarihî örneği veriyor: Türkler Avrupa’nın icatlarını benimseyecek olsalar bile, bunları körü körüne kopya ediyorlar; kendi koşullarına uydurmuyorlar. İşte bir örnek: Telgrafın icat edilmesinden sonra Türkler, özel hatlar kurup Türk alfabesini kullanmaya karar vermişlerdi. Avrupa’da telgraf sistemi, en çok kullanılan harflerin iletimini kolaylaştıracak şekilde düzenlenmiştir. Ama Türk; T harfine gelince ve alfabemizdeki dokuzuncu harf olduğunu görünce, kendi alfabesindeki dokuzuncu harfi de aynı konuma yerleştirdi! Oysa bu harf Türkçe’de seyrek kullanılıyordu! Burada yapılan hata, Türklerin yeni bir tekniği uygularken, kendine özgü bir yapısal özelliği, dilinin yapısını göz önüne almamasıdır. Günümüzde bilgisayarlarda bize özgü F tipi klavye yerine Q tipi klavye kullanımının artık iyice yerleşmiş olması da aynı kapıya çıkan bir davranıştır.

2) 1960’lı yıllarda Meksika’dan yüksek verimli Sonora buğdayı getirilmişti.  Anadolu’da ekimi 1967’de yapıldı. Ne var ki, beklenen büyük artış gerçekleşmedi. Üstelik ekilen alanlarda patlak veren sarı pas hastalığı önemli kayıplara sebep oldu. İşler niye beklendiği gibi gitmemişti? Çünkü getirilen buğday Meksika’daki koşullara göre geliştirilmiş bir türdü. Orada sarı pas hastalığı da sorun değildi; oysa Türkiye’de yaygın ve önemli bir hastalıktı. Tabiî, durum anlaşılınca Meksika buğdayının ekiminden vazgeçildi. Anadolu’nun öz ekolojik koşullarına uygun yüksek verimli çeşitler geliştirilmesi yoluna gidildi.  Bu örnek olayda şuna dikkat edelim: Söz konusu buğday türü, Meksika’nın koşullarına, yani o ülkenin yapısına göre geliştirilmişti. Orada sarı pas hastalığı sorun teşkil etmiyordu. Türkiye’de, ülkenin coğrafî yapılarına bağlı olarak tam tersi bir durum vardı. Ama bu türü Türkiye’ye getirenlerin bundan haberi yoktu. Çünkü zihinlerinde yapı kavramı, yapısal farklılık bilinci yoktu.

3) İki ayrı Batı var. Farkına çoğumuz tam olarak varamıyoruz. Olgulara yapısal yönüyle bakmadığımız için, Batı’yı yekpare bir bütün olarak görüyor ve öyle değerlendiriyoruz; kafamıza tek değil iki farklı Batı olduğu gerçeği bir türlü yerleşmedi. Çirkin Batı’yı Güzel Batı’dan bir türlü ayırt edemiyoruz. Kötü niyetli, uydurma bilim ve kavramlar Çirkin Batı’nın ürünüdür. Bunun gibi, bir de iki farklı bilim var: ‘kirli bilim’, ‘temiz bilim’… Bunları ayırt edemeyişimizin ana sebebi yapısal yaklaşım eksikliğimizdir.

4) ‘Küreselleşme’ kavramının Türkiye’de hemen hemen tartışmasız kabulü de yapı kavramı cehaletimizin bir ürünüdür. Oysa küreselleşme batılı bilim adamlarının, kendi ülkelerinin yapılarına ve çıkarlarına uygun olarak geliştirdikleri bir ideolojidir. Liberalizm de öyledir.  Bizim aydınlarımız sanki bilimin, ‘temiz bilim’in zorunlu bir ürünüymüş gibi Çirkin Batı’nın bu maksatlı ‘fabrikasyonları’ üzerine gözü kapalı atlamışlardır. Oysa bu ideolojiler artık iyice güçlenmiş, adaleleri çelikleşmiş Avrupa ülkeleri ile ABD’nin temel felsefesi olan Liberalizm’in, daha doğrusu Emperyalizm’in, bilimsel kılıklı yeni silahlarından başka bir şey değildir. Türkiye gibi henüz sanayi yapıları tam oluşmamış, ekonomileri zayıf ülkeler bu ideolojileri ve bunlara dayalı kurum ve politikaları kaldıramazdı. Öyle de olmuştur.

5) Demokrasi rejimi de mevcut şekil ve uygulamasıyla yapımıza uygun değildir. Bu uyumsuzluk da bizim kendi yapılarımızdan ileri gelmektedir. Demokrasi elbette gerekli ve vazgeçilmez bir kurumdur, ancak bugün uygulandığı şekliyle Türkiye’nin yapılarıyla uyumlu değildir. Olmadığı için de kendisinden beklenen olumlu sonuçları vermemiştir, bu gidişle vermeyecektir de… Dışardan dayatılmış bir rejim olarak ne yazık ki bir “Truva Atı” işlevi görmektedir. Kabulünü ABD boşuna ısrarla istememiştir. Atatürk’ün de -çok istemesine rağmen- demokrasi rejimine geçmeyişi, o zamanki beşerî ve sosyal yapımızın elverişli olmadığını çok iyi bilmesindendir.

Gerçekten, demokrasi rejimi; Türkiye’nin yapılarını, ihtiyaçlarını ve çıkarlarını hesaba katmadığı için büyük sorunlara yol açmaktadır. Peki, kime yarıyor bu topal demokrasi putperestliği? Yalnızca Amerika’ya ve onun yerli ortaklarına yarıyor, kendilerini AB kisvesi altına gizleyen emperyalist güçlere, para babalarına, ulusötesi şirketlere yarıyor. Atatürk Türkiye’sini ‘ille de demokrasi’ diye diye çürütüyor, çökertiyorlar. Eğer demokrasi ile birlikte muazzam bir eğitim seferberliğini uzun yıllar sürdürebilmiş olsaydık, bu felaket durumla karşılaşmazdık. Batı’da eğitim ve kültür sorunu yapısal olarak halledilmiş. Sen bunu göz önüne almazsan, elbette yaptığın iş iflasla sonuçlanacaktır. Demokrasi çok iyi eğitilmiş, bilinçli, ülke sorunlarına duyarlı bir halk ister. Bu, vazgeçilmez bir yapısal gerekliliktir. Ancak yapılmadı, hatta başlatılan köy enstitüleri seferberliği daha çiçeği burnunda iken, alelacele önlendi.

* * *

Yapı kavramı hakkındaki cehalet ve bilinçsizlik; insanı düz mantığa iter, kolaycılığa götürür, büyük hatalar yaptırır. Buğday örneğindeki muhakemeye bakın: Sonora buğdayı Meksika’da verimi artırdı, o halde Türkiye’de de artırır.  Sormak lazım: Realite bu kadar basit mi?

Dünya küreselleşiyor, biz de küreselleşelim. Avrupa liberal, biz de olalım. Bu son derecede basit muhakeme şu yaşamsal soruları sorup üzerinde kafa yormamızı ve araştırma yapmamızı engelliyor: Ekonomik ve sosyal yapılar benzer mi? Senin dev küresel şirketlerin var mı? Sanayi sektörün güçlü mü? Beşerî sermayen aynı mı? Tarihin, coğrafyan, zihniyetin, düşünme tarzın benzer mi? Eğitim ve gelişme düzeyin bir mi?

Düz mantığa diğer örnekler: Biz Avrupa’da toprak satın alabiliyoruz. Öyleyse onlar da Türkiye’den alabilir. Biz Batı’da dinimizi yayabiliyoruz. Onlar da Türkiye’de Hıristiyanlığı yayabilir. Bu düşünme hatâsı da yine yapısal farklılığın muhakemeye katılmaması demektir: Ülkelerin ekonomik güçleri, gelir düzeyleri aynı mı, araçları eşit mi?  Politikaları, amaçları aynı mı?

Ülkenin kaderi ellerine teslim edilen meclisin, hükümetlerin, liderlerin yapısal yaklaşım konusundaki bilgisizliği, o ülke için çok tehlikeli bir durumdur. Yıllardır ve günümüzde Türkiye bu yoksunluğun en trajik örneklerinden birini sergilemiş ve sergilemektedir. Bedelini ise milletçe en ağır şekilde ödüyoruz.

Kaynak: Cihan Dura, Dünden Bugüne Türkiye’nin Sorunları, Atayurt Yayınevi, Ank., 2020, (‘Bilim’ bölümü).

Azim ve Karar, 29.12.2023