ATTİLA İLHAN… ATATÜRK VE SONRASI…
Attila İlhan Atatürk’ü öğrenmeye nasıl başladı?
Yanıtı kendisi veriyor, Hangi Atatürk (Bilgi Yayınevi, 1999, s. 25) kitabından aktarıyorum:
Ben, lise öğrenciliğim sırasında, Mustafa Kemal’i önemsemezdim pek! Sosyalist geçindiğimden mi nedir, varsa yoksa sosyalizmin babaları, hiçbirinin adı dilimden düşmüyor! O tarihte dil bilmediğim, ülkede yoğun bir yasak olduğu için, tek bir kitaplarını okumuş olmam olanak dışı… Ancak yine de sosyalistliğimden yanıma varılmıyor. Yooo, günahlarını almayalım, 40 yıllarında sosyalistler Kemal Paşa’yı küçümsemezlerdi. İktidarda olan Milli Şef’e oranla basbayağı saygı duyarlardı ona. Ne var ki duygusal bir şeydi bu, Kemal Paşa’nın ne dedikleri ne yaptıkları üzerine eğilinmiş ne de doğru dürüst bir değerlendirme yapılmıştı.
Beni bu işe sardıran, bilir misiniz ki, FKP üyesi bir Fransız arkadaşımdır!
Bir akşam, St-Michel Bulvarı’nda otobüslerin fren lambaları kırmızı kırmızı parıldarken, “sizin” diyor, “devrimci bir lideriniz olacak, adı neydi onun, Mustafa Kemal mi, nedir tutumu, Sun Yat Sen’e göre nereye koyabilirsin, sağa mı sola mı? Ana ilkeleri nelerdir?” vs.
Donakaldığımı hatırlıyorum. Söyleyebileceğim son derece genel, handiyse anlamsız şeyler; “19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastı, memleketi düşmanlardan kurtardı,” falan filan. Bir anda, bu delikanlıyla ‘Gotha Programı’nın Eleştirisi’ ya da ‘Tarihte Şiddetin Rolü’ üzerinde takır takır tartışabildiğimi, oysa onun bana ülkem, ülkemin devrimci lideri konusunda sorduklarını cevaplamakta aciz ve çaresiz kaldığımı görüp utanıyorum.
Siz olsanız ne yapardınız? “Bu işler burada ayaküstü olmaz” deyip, savuşturdum; otele gider gitmez de Türkiye’de arkadaşlarıma yazıp, Mustafa Kemal’in Söylev’i ile ‘Söylev ve Demeçler’inin üç kitabını istedim.
Başlayış, o başlayış.
* * *
Attila İlhan’n (1925-2005) bu hatırasından alacağımız dersler var.
Değerli yazarımız Atatürk hakkında sorulan soru karşısında âciz ve çaresiz kaldığı tarihte, tahminim 30-35 yaşlarındaydı. Eksiğini, bu eksikliğin büyüklüğünü görür görmez, sorumluluğunu idrak ediyor, telafisi için hemen harekete geçiyor. Kendini yetiştiriyor; okumaya, araştırmaya başlıyor, Atatürk ve eseri hakkında zamanla geniş bilgi ve kültür sahibi oluyor. Edebiyat ve diğerlerinin yanı sıra bu alanda da makaleler, kitaplar yazıyor, konferanslar veriyor, TV programları yapıyor. Demek ki, hiçbir zaman geç değildir, Atatürk’ü öğrenmek, faydalı bir şeyler yapmak, yeni şeyler söylemek için.
-Aslında Atatürk ve Atatürk öğretisi hakkında bilgi ve bilinç eksikliği ülkemizde çok yaygındır. Çoğu aydınımız, politikacılarımız ve yöneticilerimiz de böyledir. Turgut Özakman’ın bir yazısında okumuştum: Cumhurbaşkanlarımızdan biri, Nutuk’u bu makama geldikten iki yıl sonra, ilk kez okumaya başlamış! Çoğu Atatürkçüyüm diyenin Atatürkçülüğün millî bilinç, millî irade, halkçılık, çağdaşlık, laiklik, sosyal ahlak gibi en temel kavramlarından bile habersiz olduğu veya bunlar hakkında çok yetersiz bilgi sahibi olduğu acı bir gerçektir. Daha da acısı bu yoksunluğun farkında da değillerdir.
Attila İlhan’ın o çaresizlik içinde arkadaşına zar zor verebildiği yanıt çok anlamlıdır.
Şu bir gerçektir ki, ‘19 Mayıs’larla, “ülkeyi kurtardı’larla bir yere varılmıyor. Bu durum, gaflet değilse cehalettir. Ne utanılacak şeydir ki, bugün de hemen hemen aynı yerdeyiz, hâlâ “19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastı, memleketi düşmanlardan kurtardı” ve benzeri bayatlamış bilgi ve övgülerle yetiniyoruz, bir türlü ötelere geçemiyor, Atatürkçü düşüncenin derinliklerine dalamıyoruz. Sosyal medyaya bakıyorum, bu kısırlık ve bayatlık o kadar köklü, yaygın ve umut kırıcı ki… Uyarılar da para etmiyor. Oysa, yaratıcılık, iş yapıcılık daima ayrıntıdadır, bütündedir, yeni bilgilerdedir.
Peki, bu korkunç kusurumuzun sebebi nedir?
İlk aklıma gelen; gençlerin, Atatürk’ü, onun fikir ve eylem yönünü okullarda çok az öğrenebilmeleridir. Mezuniyetten sonra, telafi ve pekiştirme yoluna da gidemiyorlar. Neden? Sebebi ikidir: Ders müfredatı o kadar geniş ve ağırdır ki, sırf Atatürk hakkında derin ve ayrıntılı bilgi verme olanağı bulunamıyor; maddeten mümkün değil, çok genel ve kısıtlı bilgilerle yetiniliyor. Çoğu yetişkinimiz de aynı durumdadır: Atatürkçülük kültürleri yetersiz, yüzeysel ve dağınıktır, sistemsizdir. Günümüzde ise, buna ek olarak mevcut hükümetin ideolojisi ve eğitim politikası Atatürkçü düşüncenin çocuklarımız tarafından öğrenilmesinin önüne yaman engeller koymuş bulunuyor.
O halde ne yapmalı?
İş başa düşüyor, sağlam kaynaklardan kişisel bir öğrenme gayreti şart, hem de uzun soluklu. Uzman ve bilgili aydınlarımız kişisel olarak veya daha iyisi, bir araya gelerek programlar geliştirmeli, yurt çapında çok sayıda kurslar açmalıdır. Slogan ise, örneğin olmalıdır: Atatürkçü düşünceyi tam öğrenmek, tam öğretmek, tam savunmak ve ardından, Birinci Görev’i yerine getirmek…
Azim ve Karar, 13.04.2021