DOGMATİZM, HİLAFET VE MİLLÎ İRADE
Cihan Dura
Atatürkçe düşün, Atatürkçe hisset, Atatürkçe iş yap
Son günlerde ülkemizin gündemi pek de iç açıcı olmayan yönlerde ısınmış bulunuyor: Ayasofya, harf devrimi, rejim konusu… Bu durum beni birbiriyle bağlantılı birkaç konuda düşünmeye sevk etti. Nedir bu konular? Her zaman yaptığım gibi, Atatürkçü yaklaşımdan şaşmayarak aşağıda açıklıyor ve bir sonuca ulaşıyorum.
Dogmatik Zihniyet
M. K. Atatürk diyor ki, uygarlık yolunda başarılı olmak değişmeye ve yenileşmeye bağlıdır. Uygarlığın buluşlarının, bilimin harikalarının, dünyayı değişiklikten değişikliğe uğrattığı bir çağda, asırlık köhne zihniyetlerle, geçmişe bağlılıkla varlığını sürdürmek mümkün değildir. İnsanlarımızı, özellikle gençlerimizi düşünme ve bilim bakımından geçmişe bağlı bırakmak çok yanlıştır, çok tehlikelidir.
Dünyada her olgunun bir karşılığı, her hatanın bir bedeli vardır. Eğer fikirler anlamsız, mantıksız safsatalarla doluysa, o fikirler hastadır. Sosyal yaşam, akıl ve mantıktan yoksun, faydasız ve zararlı birtakım inançlar ve geleneklerledoluysa o toplum felç olur. Böyle bilimsel olmayan, insanî olmayan, karmakarışık zihniyetlerdir ki, çöküşümüzün başlıca sebeplerinden biri olmuştur.
Bizi yanlış yola sevk edenler, o habisler, çoğu zaman din kılığına bürünmüşler, hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir saf ve temiz halkımızı. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Türkiye’nin kapılarını uygarlığa, ilericiliğe kapayanlar yalnız kimi padişah ve sadrazamlar değil, asıl bu köhnemiş sözde din adamlarıdır. O örümcek kafalılar, insanları dine bağlayacakları yerde, dinden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramazlar. Bunlar Türk toplumunu yüzlerce yıl geri bırakan bir zihniyetin temsilcisidir.
M.K. Atatürk devam ediyor: Bu habislerle mücadele uzun yıllar gerektirir. Çünkü bazı şeyler vardır ki, bir yasa ile, bir emirle düzeltilebilir. Ama bazı şeyler de vardır ki, yasa ve emirle sonuç alınamaz. Fesi atar, şapkayı giyer adam, ama alnında fesin izi kalır. Siz sarıkla dolaşmayı yasaklarsınız, kimse sarıkla dolaşmaz. Ancak kimilerinin başındaki görünmeyen sarıkları yok edemezsiniz. Çünkü onlar o zihniyetin içindedir.
Zihniyet binlerce yılın birikimidir. O birikimi bir anda yok edemezsiniz, boğuşursunuz onunla sadece. Yeni bir zihniyet, yeni bir ahlak yerleştirinceye kadar boğuşursunuz ve sonunda başarırsınız.
Başarının en verimli ve en güvenilir yolu ise, kitleler halinde, dalga dalga çağdaş zihniyetli kuşaklar yetiştirmektir.
Cumhuriyet Rejiminde Halifeliğe Yer Yoktur
Halife sözcüğü “din ve dünya işlerinde bütün Müslümanların önderi, aynı zamanda devlet reisi olan kişi” anlamında kullanılır.
Atatürk halifeliği gereksiz bir kurum olarak görmüş ve Meclis tarafından kaldırılmasını sağlamıştır. Görüşleri şöyledir: Hilafet demek, “yönetme”, “hükümet etme” demektir. Tarihte hilafet diye ayrıca bir kurum hiç olmamıştır. Ortaya çıkmış olanlar ‘emirlik’tir, hükümettir. Bugün bağımsız bir Türkiye devleti vardır; devleti kuran milletin bir meclisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi vardır. Milletin ve ülkenin biricik ve gerçek temsilcisi odur. Devletin bir başkanı da vardır. Dolayısıyla devletimiz başka bir makam tanımaz. “Yönetme” anlamında hilafet –işlevi bakımından- hükümet ve cumhuriyet kavramında zaten mevcuttur. Dikkat: Hilafetin kendisi değil, işlevi, görevi!… Bir hükümet varken, ikincisine yer vermek mantık dışıdır.
Atatürk’e göre Hilafet günümüzde hiçbir varlık sebebi olmayan geçmişe ait bir hayalden ibarettir. İslam birliği ise bir ütopyadır. Müslüman ülkeler kendi varlıklarını korumakta zaten yeterince zorlanmaktadır. Oysa düşmanlarımız, örneğin İngilizler, hilafetin korunmasını hep istemiştir. (Bugün de öyledir, Amerika da istemektedir!) Neden? Çünkü tek bir kişiyi, yani halifelik makamına oturtacakları kişiyi kontrol etmek kolaydır. İslam âlemine karşı baskılarını onun sayesinde kolayca sürdürecek, bütün İslam dünyasını elleri altında tutacaklardır!
Atatürk’ün halifelik hakkındaki görüşü özetle budur. Ben de şu hususları eklemek isterim:
Hilafet “yönetim görevi” demek olduğuna göre, halife millî egemenliğe ortak olmuş olur ki, bu durum Millî Egemenliğin, Cumhuriyet rejiminin tanımlarına aykırıdır. Çünkü Millî Egemenliğe ortak olunamaz. Meclis’in ve hükümetin yanı sıra bir diğer karar merciinin daha bulunması yanlıştır. Bu bir çelişkidir, devlet yönetiminde iki başlılık demektir.
Hilafet olursa devlet yönetiminde Millî İrade temel referans olmaktan çıkar, ayrıca kısıtlanır. Artık ikinci bir referans vardır: Şeriat hükümleri… Halife dinsel esasları uygulamak zorunda olduğu için, dinin devlet işlerine karışması durumu ortaya çıkacaktır. Bu, Laiklik ilkesinin yara alması demektir. Bilim kurallarının uygulanması da zorlaşacaktır. Cumhuriyet rejimi ile bağdaşmaz.
Sonuç şudur ki, demokrasi ile hilafet bir arada olamaz. Demokrasinin hâkim olduğu bir ülkede hilafet istemek, akla ve mantığa, sağduyuya tümüyle aykırı bir taleptir. Atatürk’ün hilafeti kaldırmakla ne kadar haklı olduğunu da böylece anlamış oluyoruz.
* * *
Bir ülke ki bozulmadık düzeni, çökertilmedik kurumu kalmadı. Bunu yapabilecek bir zihniyetin, devlet gücünü ele geçirmesi önlenmeliydi. Ne demiştir Atatürk:
Evet, daima halkın eğilimleri göz önünde tutulacaktır. Ancak bunun haklı bir sınırı olduğunu da vurgulamamız gerekir. Şöyle ki, eğer bu eğilimler temelsiz inanışların ve yanlış telkinlerin neticesi ise bizim görevimiz, onlarla mücadele etmektir, onlara uymak değil. Bu eğilimler bize inandığımız prensipleri feda ettirmemek lazım gelir. Bu prensiplerin savunmasında tek başımıza da kalsak, başımızı vermeli, prensiplerimizi feda etmemeliyiz.
Kısacası, gerçekleşen Millî İrade bilimsel gerçeklere ve ahlaka aykırı sonuçlar vermemelidir. Eğer verirse, önlem almak haktır.
Azim ve Karar, 31 Temmuz 2020.