KIZAMIK UTANCI

KIZAMIK UTANCI
15 Haziran 2023 11:17
165
A+
A-

Ceyhun Balcı

Üçüncü binyılın birinci yüzyılının ilk çeyreği sona eriyor. Dünyada konuşulanların başında yapay zekâ (YZ) ve ona eşlik eden diğer bilişim teknolojileri geliyor. Teknoloji cebimize, evimize ve otomobilimize girdiği gibi giyilebilir bir nesneye dönüşmüş durumda.

Gazetelere yansıyan bir habere göre İstanbul’da bir bebek kızamık nedeniyle yaşamını yitirdi.

Cumhuriyetin 100. Yaşını kutladığımız bu yılın ilk 2 ayında Türkiye’de 343 kızamık olgusu bildirildi.

Oysa, Türkiye bundan 30 yıl kadar önce kitlesel aşılama başarılarıyla anılan bir ülkeydi. Bu başarıya bağlı olarak kimi bulaşıcı hastalıkların değil ölüme neden olması görülmesi bile gündemden düşmüştü.

İki gelişme neredeyse unutulan bulaşıcı hastalıkların dirilmesine neden oldu.

İlk olarak, geçtiğimiz yıllarda Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bir bireysel başvuru sonunda verilen karar “aşı reddi”nin önünü açtı. Yüksek mahkeme bu kararını yasal düzenlemedeki eksikliğe bağlamıştı. Yürütmeye düşen bu eksikliği gidermek ve toplum sağlığı açısından yaşamsal öneme sahip bu konuda kırılmanın önüne geçmekti.

Sağlıkta devrim yaptığını öne süren iktidar bu önemli konuda sessiz kalarak bugüne uzanan yolun taşlarını döşemeye başladı. 2018’de aşı reddi olgularının sayıca 23.000’i bulduğu geçti kayıtlara. Küresel salgınla birlikte bu sayının daha da kabarmış olması beklenir.

İkinci olarak ise, sokakta yürüyen her 10 kişiden birisinin yabancı olmasına yol açan ve 10 yılı aşkın süredir uygulanan “açık kapı” uygulamasına değinmemek olmaz. Kimilerince “sessiz istila” olarak da nitelenen bu durumun birkaç yıldır “sessiz” sıfatıyla geçiştirilemeyeceğini de eklemekte yarar var. Sığınmacı olarak adlandırılsalar da gerçekte sığınmacılıkla ilgisi olmayan milyonlarca kişi Türkiye’nin ardına kadar açtığı kapılardan sel olup aktılar. Bu hatalı politikaya eklenen alabildiğine denetimsizlik ülkemizde unutulmaya yüz tutan hastalıkların dirilmesi sonucuna yol açtı.

İstanbul’da kızamık nedeniyle yaşamını yitiren bebeğin de Uygur Türkü olduğu bilgisi yansıdı ortama.

Bu haber karşısında önce utanmakla sonra da düşünmekle yükümlüyüz.

İktidarın sağlıkta devrim şöyle dursun koruyucu sağlık anlayışını da rafa kaldırdığı anlaşılıyor geçmiş yüzyılda kalmış bulaşıcı hastalıkların hortlamasıyla.

Etiketinde sığınmacı krizi yazılı sorunun ülke güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehlikeye düşüren boyuta eriştiği açıktır.

Diğer yandan, bu sorunun Türkiye’ye çıkarttığı parasal fatura da azımsanacak düzeyde olmasa gerektir.

İstanbul’da bir bebeğin kızamıktan yaşamını yitirmesi bu sorunun toplum sağlığı boyutunu gözümüzün içine sokmuştur.

Yazıyı çocuk hekimi de  olan şair Ceyhun Atuf Kansu’nun “Kızamuk Ağıdı” şiiriyle sonlandırarak, İstanbul’da yaşamını yitiren bebeye son görevimizi yapmış olalım.

Kızamuk Ağıdı yaklaşık yarım yüzyıl önce yazılmış. O tarihte kızamık aşısı henüz kitlesel uygulama aşamasına erişmemiş. Dolayısı ile kızamık gibi sıradan gibi algılanan hastalık can alıyor. Özellikle de Anadolu’nun hekimden ve sağlık hizmetinden uzak köylerinde. Kızamığın bugün can aldığı yerin ülke nüfusunun 1/5’inden fazlasını barındıran İstanbul olması ayrıca üzerinde durulmaya değer olsa gerektir.

En küçük eleştirinin hakaretle, farklı düşüncenin hıyanetle özdeşleştirildiği Yeni Türkiye’de başka pek çoğu gibi bu konudaki seslerin de boşlukta yankılanıp yiteceğini bile bile yazıyoruz bunları.

Tarihe not düşme görevimiz gereği…

KIZAMUK AĞIDI

Ben, gamlı, donuk kış güneşi,

Çıplak dallarda, sessiz dinleniyordum.

Köyleri, yolları, dağı taşı

Isıtıyor, avutuyordum.

Bir köy gördüm tâ uzaktan,

Dağlar ardında kalmış, bilmezsiniz,

Kar örtmüş, göremezsiniz karanlıktan,

Yalnızlıkta üşür üşür de çaresiz,

Ben gördüm bu köyü, damlarının altında,

Çocukları kızamuk döküyor,

Gözleri, göğüsleri, yüzleri, ah bırakılmış tarla,

Gelincikler arasından öyle masum bakıyor.

Habersiz hepsi, kızamuktan ve ölümden,

Kirli yüzlerinde açan ölümden habersiz,

Ve, düşmüş bir gül oluyorlar birden,

Bebekler ölüyor, ölümden habersiz.

Ali’lerin kızı Emine’yi gördüm,

Öldü… Yusufların Kadir öldü, emmisinin Durdu öldü,

İkindiye doğru, evlerine vardım,

Gördüm, Döne öldü, Ali öldü, Dudu öldü.

Bir bir saydım, yirmi üç çocuk,

Ah, güllü Gülizar öldü,

Gördü kış güneşi, gamlı ve donuk,

Daldı oğlanlar, çiçekti kızlar, öldü.

Gamlı türkümle tepeden aşağı bıraktım,

Bıraktım kendimi düşesiye, ölesiye,

Bu acıdan sonra nasıl doğacaktım,

Nasıl dönecektim aynı köye?

İniyor ve karaltında örtüyordum,

Bu çocukları, bu habersiz çocukları,

Görmediniz, anlatamam, ürperiyorum.

Bir şey demek için açılmıştı dudakları.

Ah, ben bir gün tepelerden, tepelerden

Varıp önünüze, önünüze dikilip duracağım,

Aydınlardan, hekimlerden, öğretmenlerden,

Bir gün soracağım, bu çocukları soracağım.

O çaresiz, o yalnız, o karanlık günde,

Siz neredeydiniz diyeceğim, neredeydiniz?

Ben perişan, utanmış…bu köyün üstünde,

Kahrolurken, siz beyciğim neredeydiniz?

Ben, bir günde yirmi üç küçük ölünün,

Gömüldüğünü gördüm bu köyde kızamuktan,

Ya siz ne gördünüz, söyleyin, söyleyin,

Bir şey söyleyin, bir şey söyleyin uzaktan.

Ah, ben gamlı kış güneşi, aydınlığın

Bütün suçlarını kalbimde taşırım,

Görerek ah, görerek, bilerek bir yığın

Karanlık gündüzün üstünde yaşarım.

Her mevsim dolanıp geldiğinde bu köye

Gücük ayda, kar örtülü bu ovada,

Utancımdan, hıncımdan yaş dökerek böyle,

Gamlı ve perişan asılı duracağım havada.

İkindiye doğru bırakıp kendimi

Bu küçük mezarların üstüne.

Bilmeyeceksiniz, perişan, çaresiz halimi,

Gül diyeceğim, gül dereceğim gül üstüne.

Yol kıyısında yirmi üç çocuğun mezarı,

Ah diyeceğim, ah dökeceğim yol üstüne

Ceyhun Atuf KANSU

Azim ve Karar, 15.06.2023

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.