YSK ÜZERİNE

YSK ÜZERİNE
4 Haziran 2023 19:51
129
A+
A-

Ceyhun Balcı

Seçimler geride kaldı. Özellikle muhalefetin başarısızlığı üzerine sayısız yorum ve çözümlemeye hemen her ortamda rastlamak olası. Okuduğunuzda her birinde pek çok doğru saptama görüyorsunuz.

İlkesizleşen, düzeysizleşen ve gündelikleşen siyaset anlayışının eriştiği yozlaşma ve çürüme seçimlere damga vurdu denebilir.

İktidarın öncülüğünü yaptığı bu eğilim muhalefet tarafından da benimsenince sonuç şaşırtıcı oldu diyemeyiz.

Bunları bir yana bırakıp YSK’ye dönelim!

Seçimden önce ve seçim sırasında muhalefetten sıklıkla şu tümceyi işittik :

“YSK’ye güvenmiyoruz!”

Seçimden sonra da benzer tümce yinelendi muhalefetçe.

Kuşkusuz doğru bir saptamaydı. Önceki seçimlerdeki sicili YSK’yi güvenilmez kılmaya yetecek ipuçları içermekteydi. Özellikle son 15 yılda ele geçirilen yüksek yargıyla birlikte YSK de teslim alınanlar listesine eklendi. Kararları ve uygulamaları eleştirilebilen ama tartışılmaz olan, düzeltilemeyen bu kurum seçim sonuçlarının bu şekilde oluşmasına önemli etkide bulundu.

Durum bu kadar açık ve ortadayken, muhalefetin dile getirmesine ama gereğini yapmaktan da kaçınmasına değinmek gerekir.

Son birkaç ayda hemen her ortamda sıkça karşılaştığımız YSK amblemini gözlerinizin önüne getiriniz.

Amblemdeki 1950 YSK’nin kuruluş yılıdır.

Türkiye’de Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ölü doğan çok partili demokrasi girişimlerini bir yana bırakırsak bugüne uzanan süreçte 1946’yı başlangıç sayabiliriz. Demokrat Parti’nin girdiği ilk seçim 1946’da yapılandı.

“Açık oylama, kapalı sayım” yöntemiyle yapılan seçimden muhalefetin yengiyle çıkması olanaksızdı. Sandığa giren oylar tutanaklara ve dökümlere yansımadıktan sonra muhalefetin iktidara gelmesi düşten öte değildi.

Durumu kavrayan Demokrat Parti, seçimi eşitlikle, adaletle ve güvenle yönetecek bir kurum oluşturulmasını kaçınılmaz gördü.

YSK’yi bu zorunluluğa borçlu olduğumuz söylenebilir.

Seçim sandığını iktidarın etkisinden ve yönetiminden kurtaran YSK, muhalefetin seçim kazanmasında başat etken olmuştur. Sandığa giren oylar tutanaklara yanısıyınca CHP’nin yenilgisi kaçınılmazlaşmıştır.

Özetle aktardığım bu bilgiyi ortalama vatandaş bilmeyebilir. Çok da önemli değil bu bilgisizlik. Ancak, bu durumun Türk siyasetinin önde gelen oyuncularını barındıran muhalefetin bilmemesi “tehlikeli cehalet”le açıklanabilir ancak. Bildiği halde gereğini yapmamanın adı ise olsa olsa aymazlıktır.

Anayasal bir kurum olarak anayasayı uygulamaktan kaçınan YSK daha ilk adımda seçimi eşitlikle ve adaletle yönetmeyeceğini dışavurmuştur.

Cumhurbaşkanının diploma sorununu bir yana bırakalım.

Anayasada açıkça yazılı olduğu ve hiç bir yoruma yer bırakmayacak denli anlaşılır olan “bir kişinin 3. Kez Cumhurbaşkanı seçilemeyeceği” hükmü şaşkın bakışlar arasında görmezden gelinmiştir. Türkiye böylelikle yazılı anayasası olan ama uygulanmayan bir ülke durumuna kimbilir kaçıncı kez düşmüştür.

Bunca anayasa dışılıktan sonra seçim sürecinde görevi bağımsız kişilere bırakması gereken bakanlar konusu ise neredeyse konuşulmamıştır.

Bir dizi yaşamsal yanlışın olduğu yerde sağlıklı ve adaletli bir seçimden söz edilemezdi.

Ancak, yine de “kendi düşen ağlamaz” özdeyişini çağrıştıran bir olguyla karşı karşıya olduğumuz da kuşkusuzdur.

Her fırsatta “YSK’ye güvenmiyoruz!” diyen muhalefetin, YSK’nin seçim sürecindeki anayasa dışı tutumuna karşı yapabilecekleri yok muydu?

YSK’nin ortaya çıkış tarihini bilselerdi ya da sessiz kalmasalardı bugün bunları yazıyor olmazdık.

Tek parti anlayışının ve eğiliminin tartışmasız şekilde baskın olduğu 1950 yılında bile seçimin adaletli ve eşitlikçi bir şekilde yapılmasını sağlayabilen YSK’nin son 20 yıl boyunca ve özellikle de son 10 yılda iktidar güdümünde bir oluşuma dönüştüğü hemen herkesin tanıklığında yaşanan bir gelişme olduğuna göre muhalefetin bu bağlamdaki edilgenliği ve duyarsızlığı kuşkusuzdur.

YSK, anayasaya uymama ve iktidarın güdümünde olma kararlılığı içindeyken neler yapılabilirdi?

Muhalefet bu konuyu her başlığın önüne geçirerek iktidarla görüşmeli ve YSK’yi yeniden seçimleri yönetmeye yetkin ve güvenilir bir kuruma dönüştürme doğrultusunda çaba göstermeliydi.

Pek çok yöntem önerisi çıkabilirdi ortaya!

En üst perdeden ve en keskin olanını  dile getirmek gerekirse YSK’yi yansızlaştırma dolayısı ile de seçimi hiç olmazsa biçimsel olarak eşitlikçi ve adaletli bir ortamda gerçekleştirmek uğruna seçimlere katılmama seçeneği bile tartışılabilirdi.

İktidarın karşıtsız bir seçimi kazanacağı kesin olsa da böyle bir seçim sonunda yaşanacak “meşruiyet sorunu” çok da baş edebileceği bir görüntü koymazdı ortaya.

Aman mağdur edip koz vermeyelim budalalığı anayasanın çiğnenmesini kolaylaştırdı.

Öte yandan, anketçilerin yanlışlarıyla “kesin kazanıyoruz” havasına giren muhalefet YSK’nin düzeltilmesini göz ardı etmiş oldu.

Sonuç : “Yitirilen seçim”

Kendi düşen ağlamaz deyip geçebiliriz.

Ama, Türkiye artık taşıyamadığı bir oluşumla bir 5 yıl daha başbaşa kaldı.

Muhalefet için değilse bile toplumun yarısı için önemli bir sorun sayılmaz mı?

Azim ve Karar, 04.06.2023

ETİKETLER:
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.