KAPİTALİZM, KADER Mİ?

KAPİTALİZM, KADER Mİ?
3 Ekim 2023 16:52
134
A+
A-

Mustafa Kaymakçı

Dilerseniz önce kader sözcüğünün irdeleyelim.

Kader ne?

Kimi yaklaşımlara görekader; “Tanrının insanlara ördüğü yazgıdır. Buna göre, kader; “olayların akışı içinde ister genel, ister bireysel olsun, önceden belirlenmiş gelecek” olarak kabul etmek ve ondan kaçmadan onun içine boyun eğerek yerleşmek” olarak tanımlanabilir.

Şimdiye değin insanların oluşturduğu kitlelerin çoğunluğuna egemenlerin yarattığı algı ve imgelerle kaderden kaçılamaz fikrini benimsettirilmiş ve kitleler kolaylıkla yönetilebilir duruma getirilmiştir. Bu amaçla çok çeşitli yöntemler kullanılmıştır.

Bu kader anlayışının uç noktası, “Stockholm Sendromu” olarak adlandırılmıştır. Stockholm Sendromu ile bireylerin kendisini zor durumda bırakan ve yıpratan durumlara boyun eğmesi, savunması, zor durumda bırakan koşulların nedenlerini görmezden gelmesi, mağdur edilmesine karşın ezenin yanında olması, hatta ezen kişiye karşı duygu beslemesi aşamasına getirilmesi sağlanmıştır. Ya da kitleler, kaderi öne çıkaran din olgusunun sonucunda daha güzel bir dünyayı, diğer dünya da aramaya meyilli duruma gelmişlerdir.

Günümüzde de kapitalizm, bir kader gibigeniş kitlelere benimsetilmeye çalışılmaktadır.

Genelden özele gelelim.

Reaganomics” ve “Thatcherism” Ne?

Birçok nedene bağlı olarak, ancak başta Doğudan kaynak aktarımı göreli olarak azalmaya başlayınca Batının egemen liberal sistemle yönetilen ülkelerinde 1980’li yıllarının başından itibaren refah toplumuna sınırlanmalar getirilmeye başlanıldı.

Sözgelişi, inişteki Britanya kapitalizminin başbakanı olmuş Thatcher, dünya kapitalizmine sözcülük yaparak “Toplum diye bir şey yoktur. Sadece ‘piyasalar’, yani dört dörtlük kapitalizm vardır!” “Başka seçenek yok!” (İngilizcesi, There is noalternative! Kısaltılmışı, TINA) demişti.

Aynı dönemde iktidar olan A.B.D Başkanı Reagan da benzer ekonomi-politikaları uyguladı.

Çok basite indirgenirse, Batı’da da “Arz Yanlı İktisat” politikalar da denilen neoliberal politikalar ile devletin özel sektör karşısında arka plana çekilmesi hedeflendi. Para arzı daraltıldı ve devletin piyasaya yönelik müdahaleleri azaltılarak özel kesimde sermaye birikiminin sağlanmasına daha hızlı bir ivme kazandırıldı. Sermayeye vergi indirimi ve teşvikler sağlandı. Sosyal harcamalara ayrılan kamu kaynakları da düşürüldü. Arz yanlı politikalara, “Reaganomics” ve “Thatcherism” adı da verilmişti.

Kapitalizm Yaklaşımında Türkiye’de Partiler Arasında Fark Var Mı?

Türkiye’de kitlelere ulaşmada çok sınırlı düzeyde kalan toplumcu partilerin dışında, gerek iktidar, gerekse başta ana muhalefet olmak üzere muhalefet partilerin tümü, kapitalizmi, bir başka deyişle piyasa ekonomisini önümüze koymada yarış halinde olmuşlardır.

Bu bağlamda, iktidar ile muhalefetin nitelendirilmesini, ”Doğucu neoliberaller” ile  Batıcı neoliberaller olarak yapmak mümkün.

Doğucu liberaller öteden beri, özelleştirme temelinde daha acımasız neoliberal politikaları savunuyorlar. Maliye Bakanları fakirlerden zenginlere kaynak aktardıklarını açık bir şekilde dile getirme mi? Neoliberal politikalarının etkisiyle ve sınırsız ekonomik büyüme anlayışıyla; ülkenin doğası, biyolojik çeşitliliği, insan ve hayvan sağlığı, tarihi ve iklimini göz önüne almaktan uzak  bir politika izlemekteler.

Bütün bu uygulamalara karşın, yarattıkları sadaka ekonomisi politikaları ile yoksul kitleleri bağımlı bir duruma getirmede başarılı olmaktalar.

Batıcı neoliberallerde “Biz daha iyi yönetiriz “söyleminden başka bir seçenek ileri sürmüyorlar. Emekçi hakları, sadece popülist “Biz daha fazla para veririz” vaadine indirmiş durumda. Gelir dağılımını iyileştirmek için sınıfsal çözümlemeleri dile getirmiyorlar.

Batıcı neoliberallerin Doğucu liberallerden ekonomi-politikada farklılığın olmadığı son seçim çalışmalarında da gözlemlendi. Söylemlerinin temelinde, neoliberal politikalarını seçeneği olacak daha kamucu politikalar ortalıkta yoktu. Seçimi kazandıktan sonra Batı’dan getirecekleri sıcak para ile ekonomiyi düzlüğe çıkaracaklarını söylemişlerdi.

Peki, doğucu liberal iktidar, seçimlerden sonra aynı doğrultuda hareket etmiyor mu?

Kısaca “Doğucu Neoliberaller” ile “Batıcı Neoliberaller”in tümü, neoliberal politikalardan başka seçeneği görmüyor. Çözümler dış ülkelerden gelecek sıcak paraya bağlanmış. Her iki kesim, küreselleşme yanlısı ve Batı ile iyi ilişkiler kurmak üzerine bir söylem üzerinde hemfikir.

Peki, yüksek okullarımızda öğretilen iktisat dersleri, en kutsal ayet ya da kader olarak “serbest piyasa ekonomisiüzerine inşa edilmiyor mu? Bir başka deyişle “serbest piyasa düzeni değişsin demek kadere karşı gelmekten farksız olarak nitelendirilmiyor mu?

Basında da ekonomist geçinenlerin de büyük bir çoğunluğu, bırakınız iktidar yanlısı gazeteleri, muhalif geçinenler de“serbest piyasa ekonomisinden başka çare yok”demekteler. Bunlardan birisi, Friedrich Von Hayek’in “İktisat, insan yapması değildir, ama içinde insan vardır” sözünden alıntı yaparak uygulanmakta olan ekonomi politikalar için “Görünmez el”den bahis ediyor.

Kapitalizm İnsanlığı Yok Ederek Çöküyor ve de Çürütüyor Mu?

Dünyanın geldiği noktada kapitalizmin insanlığı yok ederek çöktüğü ve de çürüttüğü gözlemleniyor. Şunlar söylenebilir:

  • Ülkelerin yöneticilerini, karar vericilerini, toplumların öne çıkan bilimcilerini ve de toplumlarını çeşitli araçlarla ikna yöntemi, rüşvet, hileli seçimler, sahte finansal raporlar hatta seks ve cinayet yöntemleri ile yönlendirilerek çok uluslu şirketlere yatırım alanları açıyor,
  •  Gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını ucuza getirmek ve ekonomi sektörlerini denetim altına alıyor,
  • Zengin uluslar ve fakir uluslar ile toplumsal sınıflar arasında gıdaya, sağlığa, sağlıklı çevreye erişim açısından farklar derinleştiriyor,
  •  Yoksullar çoğunlukla yetersiz besleme ve bulaşıcı hastalıklardan, zengin ülkeler ise aşırı beslenmenin yarattığı kronik hastalıklardan etkileniyorlar,
  • Yarattığı kuraklık ve savaşlarla göçler hızlanıyor. Giderek artan bölgesel savaşlarla milyonlarca insan da yok oluyor,
  •  En azından bir milyar insan açlık sınırında yaşıyor. Bunun en büyük bedelini çocuklar ödüyor,
  •  Sağlıklı çevre giderek yok oluyor. Çevrenin kirlenmesi, örneğin suyun kirlenmesi de ölümlere ortam yaratıyor. Bir milyarın üstünde insan temiz suya erişemiyor. Doğanın su depoları artan sıcaklığın tehdidi altında,
  •  Yeraltı su seviyesi düşüyor, nehirler kuruyor. Göller yok oluyor. Buzullar eriyor,  dünya su düzeyi ve karbon düzeyi yükseliyor. Yıkıcı fırtınalar artıyor.
  •  Otlaklar çölleşiyor. Orman arazisi küçülüyor.
  •  Tarım toprakları erozyonla giderek verimsizleşiyor. Bitki ve hayvan çeşitliliği her gün biraz daha azalıyor.
  •  Çiftçiler, tarımı terk etmek zorunda bırakılıyor.

Shakespeare, Hamlet oyununda devletin, bireylerin ve doğanın çürümesini insanoğlunun zaaflarına bağlar ve Hamlet’in insanoğluna duyduğu güvenve sevgiyi yitirdiğini yazar.

Ancak günümüzde dünyayı bu durumu düşüren sistemi algılama gerekiyor.

Önümüzdeki iki seçenek var. Ya çöküşü ve çürümeyi bir kader anlayışıyla kabul edeceğiz, ya da reel sosyalist ülkelerin yıkımından sonra egemen olan kapitalizmi, örgütlülük temelinde geriletmeye çalışacağız, başka çözüm yok.

Azim ve Karar, 03.10.2023

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.