BİLİMSEL/ AKILCI DÜŞÜNCE İLE EZBERCİ/ DOGMATİK GÖRÜŞ

Süleyman Çelik
Bilimsel düşünce, toplumda genel kabul gören, genel geçer olan ya da medya tarafından yapılan algı operasyonu ile tartışmasız doğru kabul edilen bir görüşün doğruluğundan kuşku duymak ve sorgulamakla başlar. Bu görüş, tüm toplumca, hatta tüm insanlıkça, binlerce yıl doğru kabul edilmiş bir görüş olabileceği gibi, sıradan bir politik görüş de olabilir.
Örneğin, “Dünya’nın düz ve sabit olduğunu ve Güneş’in dünyanın çevresinde döndüğünü kabul eden” Dünya merkezli evren kuramı binlerce yıl insanlar tarafından ortak kabul gördü. Çünkü kutsal kitaplarda da böyle yazıyordu. Fakat Kopernik adında biri, kardinal derecesinde din adamı olmasına karşın, eleştirel akılla düşündü ve İncil’de de yazan bu kuramdan kuşku duydu. Sorguladı, gözlemler yaptı ve gerçeğin böyle olmadığını, “Dünya’nın düz değil yuvarlak olduğunu ve sabit değil Güneş’in çevresinde döndüğünü” öne sürdü. Böylece “Güneş merkezli evren” kuramı gelişti.
İşte bilim budur: “eleştirel akılla düşünmek, kuşku duymak, sorgulamak, gözlem/ araştırma yapmak ve kendi görüşünü oluşturup tartışmaya açmak…”
Tartışmak da bilimsel düşüncenin olmazsa olmaz kuralıdır. Ancak tartışma ön yargılar/ sabit fikirlerle, öne sürülen görüşe karşı çıkmak, kişiye saldırmak değildir. Belgeler/ veriler öne sürerek, fikre fikirle karşılık vermektir.
***
Batı’da bilim Aydınlanma Devriminden sonra, aklın özgürleşip yaratıcı aklın öne çıkmasıyla gelişmiştir.
Aydınlanma Devrimi filozoflarından İmmanuel Kant, “aydınlanma nedir?” sorusuna verdiği yanıtta, “kendi aklını kullanma cesaretini göstermektir” demiştir.
Aydınlanma Devriminin yaşama geçmediği toplumlarda, insanlar kendi aklını kullanma cesaretini gösteremez. Adeta bir akıl tutulması yaşar ve birilerinin peşine takılır/ ardından gider. Onun düşüncelerini sorgulamaksızın kabul eder/ savunur. İşte bu ezberci/ dogmatik görüştür.
Peşine takılan kişiye mürşit, peşinden gidenlere de mürit denir. Müritler, mürşitlerin kulu gibidir. Mürşitler genellikle şeyh, şıh, gavs gibi cemaat önderleridir.
Mürit- Mürşit ilişkisi dinsel örgütler için kullanılmakla birlikte, politik ya da ideolojik örgütlerde politik önder/parti başkanı ile mürit kafalı parti üyesi/taraftarı ya da örgüt lideri ile mürit kafalı örgüt üyeleri arasında da benzer ilişkiler vardır…
Böyle toplumlarda bunlara “kanaat önderi” adı verilerek bu örgütler meşrulaştırılır. Aydınlanma Devrimi gerçekleşmiş toplumlarda kanaat önderi olmaz, kendi aklını kullanan özgür bireyler olur.
Siyasal, ideolojik ya da dinsel mürşitler, müritleri aldatarak sömürür, kendi çıkarları doğrultusunda kullanırlar. Bunu bilen emperyalistler, mürşitleri satın alarak ya da satın aldıkları hainleri mürşit yaparak böyle toplumları sömürür; hatta daha kolay sömürebilmek için “böl, vuruştur ve yönet” politikası gereği, iç savaşlar çıkarıp ülkeleri parçalayabilirler.
Müritler ve mürit kafalı insanlar aldatılmaya o kadar yatkındırlar ki sıradan insanlar tarafından da sık sık dolandırılır, ellerinde avuçlarında ne varsa dolandırıcılara kaptırırlar. Dolandırıcılar zamana göre değişir: banker olur, bahisçi olur, çiftlikbank kurucusu olur, holding patronu olur, hatta basit telefon dolandırıcısı olur…
***
İnsanların özgür birey değil, mürit kafalı olduğu toplumlarda seçim ve birden çok siyasal parti olsa bile gerçek demokrasi olmaz. Çünkü böyle toplumlarda insanlar, sözlerini/ vaatlerini, uyguladığı politikaları vs. sorgulamaksızın ve emperyalistler tarafından satın alınmış olup olmadıklarından kuşkulanmaksızın, tuttuğu partinin liderinin peşinden mürit gibi giderler!..
Örneğin, bir partinin lideri, “ben BOP eş başkanıyım” dediğinde, insanların büyük çoğunluğu okuma özürlü olduğu için, yazılı kaynak arayıp BOP hakkında bilgi edinemez. Fakat ortalıkta dolaşmakta olan BOP haritalarına baktığında, görme engelli değilse, bu projeye göre Türkiye’nin bölüneceğini görür, daha doğrusu görmesi gerekir. Ama o liderine öyle inanmıştır ki baktığını göremez, gördüğünü anlayamaz ve peşinden gitmeye devam eder.
Ana ilkelerinin başında laiklik olan bir partinin lideri, iktidar tarafından laikliğin altının oyulmasına karşın, “laiklik tehlikede değil” dediğinde, mürit kafalı üyeler/ taraftarlar sesini çıkarmadan peşinden gitmeyi sürdürürler. Oysa bu insanlar, kendilerini laikliğin ve cumhuriyetin koruyucuları olarak görür ve laiklik karşıtı en ufak bir eylemde sokaklara dökülerek, “Türkiye laiktir, laik kalacaktır” diye yürüyebilirler. Hatta bu adam, bir şeriatçı ve hilafetçiyi cumhurbaşkanı adayı yapıp sonra da “hadi bakalım. Şimdi tıpış tıpış gidip oyunuzu verin” dediğinde, itiraz etmeksizin tıpış tıpış gidip oylarını verirler.
Diğer bir partinin lideri, “bebek katili bölücübaşı, umut hakkından yararlanarak serbest kalsın. Gelsin Meclis’te konuşsun” dediğinde, kendilerine “Türk milliyetçisi” diyen, “Ölürem Türkiye’m” türküsünü ağlayarak okuyan bu partinin üyeleri/ taraftarları da “bu adam ne diyor?” diye sorgulamazlar. Hatta, tersine ölümüne sevgi gösterisinde bulunur, arabasını çiçek yağmuruna tutabilirler!..
Milliyetçi partinin bu çıkışı üzerine, Atatürkçü partinin lideri, Türkiye Cumhuriyeti poker masasına yatırılmış gibi, “ben de el yükseltiyorum, Kürtlere devlet veriyorum” diyerek restini çektiğinde, gene mürit kafalı taraftarlar ses çıkarmaz, tersine bu lidere övgüler gittikçe artmaya başlar. Çünkü bazı merkezler(!) onu parlatmaya başlamıştır!..
***
Atatürk Devrimlerinin nihai amacı Türk Aydınlanma Devrimini gerçekleştirmekti. Fakat O, ancak 15 yıl başımızda kaldı. 15 yılda bir kuşak bile ergen olamaz. Büyük devrimlerin yaşama geçmesi için en az 3 kuşağın eğitilmesi gerekir. Buna karşılık Atatürk’ten sonra gelenler, devrimleri sürdürmek bir yana karşıdevrimin yolunu açtılar. Ardından da Atatürk’ün, Milli Mücadele’nin başından beri titizlikle savunduğu “tam bağımsızlık” ilkesini kenara atıp emperyalistlere teslim oldular. Emperyalistler aydınlanmış toplum istemez. Çünkü aklını kullanan insanları sömüremezler.
Sonuçta işbirlikçi iktidar ve muhalefet, emperyalistlerin yönlendirmesi doğrultusunda güzel yurdumuzu bu duruma getirdi…
Azim ve Karar, 13.04.2025