CUMHURİYETİN FEODALİTEYLE SINAVI
Ceyhun Balcı
İşaret fişeği Kinyas Kartal’dan gelmişti. Köy enstitülerini kırsaldaki feodal egemenliğe son verecek tehlike olarak görmüştü. Bunu dönemin siyasetçilerine de aktarmıştı.
“Yeter söz milletin” diyerek sözde demokratik yöntemle iktidar olan DP, Kinyas Kartal’ın iletisini rehber edindi. Köy enstitüleri kapatıldı. Canlandırılacak köy sonsuza dek uyusun istendi.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Şeyh Sait isyanıyla başladı feodal beylerin rahatsızlığı. İrili ufaklı başkaları da eklendi buna.
Kurtarıcı yaşamaktaydı o yıllarda.
Dişiyle, tırnağıyla, kanıyla ve canıyla yarattığı yapıtı, Cumhuriyeti ortaçağ artıklarına yedirmedi. Canından çok değer verdiği en büyük yapıtını korumak pahasına en sert yöntemleri yaşama geçirmekten kaçınmadı.
Dersim başkaldırısı izledi Şeyh Sait’inkini.
Orada da benzer duyarlılığı ve karşı eylemi esirgemedi Gazi.
Atatürk aramızdan ayrıldıktan sonra ona eklenen 2. Dünya Savaşı karmaşası devrimler kökleşmeden ortaya konan demokrasi tiyatrosuyla tamamlanınca tarihin çarkını geri döndürmek isteyenlere gün doğdu.
Topraksız köylüye toprak ülküsü rafa kaldırıldı.
Köy enstitüleri tarihe karıştı.
Kinyas Kartal’ın en yaşlı üye sanıyla TBMM’ye başkanlık ettiğini anımsıyorum. O, bayrağı Şeyh Sait’in yakını Septioğlu’na bırakarak feodal gövde gösterisini diri tuttu.
Narin Güran evladımızın canice öldürülmesini izleyerek olaya odaklanmış görünüyoruz.
Her şey soruluyor, sorgulanıyor da bölgedeki feodal beylik düzenine sıra gelmiyor bir türlü.
Vicdansızlık, acımasızlık, toplumsal çürüme!
Her birinin bu olayda etkisi ve katkısı tartışılmazdır.
Ya feodalite?
Öncelikle sorgulanması gereken bu önemli etken her nedense gündeme gelmiyor daha doğrusu getirilmiyor.
Önlemler artırılsın, çocuklar daha iyi izlensin çığlıklarına idam geri gelsin diyenler eklendi.
Bataklık yerinde kalsın.
Sivrisinekleri avlamayı sürdürelim gibi bir yaklaşım.
Tam burada sözü Konfüçyüs’e bırakalım!
“Karanlık bir odada kara kedi aramak, hele bir de odada kedi yoksa”
Ülkenin belirli bölgeleriyle sınırlı olan ortaçağ düzeni kırsalın kente yer değiştirmesiyle ülkenin bütününe egemen olmaya başladı son yıllarda.
Ortaçağ artıklarının üç çeyrek yüzyıllık egemenliği giderek pekişti.
Feodal yapı toplumun yarısı olan kadını kuluçka makinesine indirgerken çocukları unutmadı. Nasıl olsa çoktu onlar. Biri ölürse birkaçı doğardı.
Kapalı toplumun yarattığı karanlık, bulduğu her fırsatta çocukları kötüye kullanma vicdansızlığı sergilemekten geri durmadı.
Son yirmi yıl feodal egemenliğin altın dönemi oldu.
Sınırları zorladıkça özgüven kazandılar.
Özgüven kazandıkça pervasızlaştılar.
Sonuç mu?
Adını bildiğimiz ya da bilmediğimiz sayısız Narin “melek oldu”. Bu yitimlerin yarattığı tepkileri sönümlemek için kullanışlı bir aygıttı gerçekte “melek oldu” deyişi. “Çalıyor ama iş yapıyor” pişkinliği çocuklara yönelik vahşete böyle yansımış oldu.
Özetle, Narin olayı sıradan bir adli olgu gibi işlem görüyor.
Bu, tam da ortaçağ artıklarının istediği yaklaşım.
Dolandırıcılık, yasa dışı bahis ve vergi kaçakçılığı başta olmak üzere pek çok suç nedeniyle tutuklanan, 40 yılla yargılanan ve geçenlerde toplumla alay edercesine tahliye edilen görgüsüzler ve sınır tanımazlar gibi kurtulacaktır Narin’in katilleri bu gidişle.
Suçu ve suçluyu yanlış yerde ararsanız sonuç alamazsınız.
Narinlere yenileri eklenir.
Bir süre gündemde kaldıktan sonra unutulup gidecekleri kuşkusuzdur.
Başka Narinler yüreğimizi dağlamasın deniyorsa yapılacak şey bellidir.
Cumhuriyet feodalite sınavından geçer not almadıkça daha çok yas tutarız.
Feodal yapı insan yığınlarını az çabayla gütmede ve denetim altında tutmada önemli güç.
Cumhuriyet bu yapıyla hesaplaşabilir mi?
Ortalıkta dolaşan siyasi oyuncularla bu neredeyse olanaksız.
Neden mi?
Ekonomimiz, siyasetimiz, varlığımız ve elbette iktidarımız feodaliteye bağlı oldukça bu hesaplaşma yakınımızda değil.
Seyit Rıza heykeli diken sol maskelilerle, dinci-etnikçi yapıyla el ele vermekte sakınca görmeyen sözde milliyetçilerle, dinci gericiliğe sınırsız destek veren her renkten, her türden hain yapılanmaların baskın olduğu koşullarda bu hesaplaşma ütopik bir özlem olmanın ötesine geçemeyecektir.
Azim ve Karar, 10.09.2024