YENİ DÖNEM
Ceyhun Balcı
Doksan altı saatlik aradan sonra yola devam kararı alındı. Çok açık ki “millet ittifakı”nın 2 ana öğesi masanın dağılmasının sorumluluğunu üstlenmek istemedi. Bu gelişmedeki aslan payı KK ve MA ikilisinden çok Türkiye’de iç karartan, bunaltı yaratan 20 yıllık iktidara aittir. Bu dönemin mutlaka sonlanması gerekliliği toplumun kararlı ve güçlü isteğini doğurmuştur.
Toplum öylesine bunaldı ki, “bu iktidar sonlansın da, ne olursa olsun” düşüncesi hemen herkesçe benimsendi.
Özellikle, gündelik yaşama yansıyan baskıcı ve kısıtlamacı yaklaşımlar bardağı taşırdı.
Yeni dönemde iktidara kim gelirse gelsin işi kolay olmayacaktır. Deyim yerindeyse ateşten gömlek giyecektir. Türkiye, asıl zorluğu seçimden sonra yaşayacaktır. Ekonomik koşulların ağırlığı bu olumsuzluğun habercisidir. Bastırılan yay örneğince daha büyük ekonomik yıkımların yaşanması kaçınılmaz görünmektedir.
İktidar adayının bu durum karşısındaki çözüm önerisinin “daha fazla borcu, daha iyi koşullarla bulurum” anlayışının ötesine taşıması zorunludur. Elbette bu ve benzeri kuramsal çözümlemeleri çoğaltmak olasıdır.
Ancak, gündelik yaşama yansıyanlar da yabana atılamaz.
Türk toplumunu çok etkilediği kuşkusuz olan gündelik yaşam yansımaları önümüzdeki döneme ilişkin umutların yeniden yeşermesiyle bir bayram havası oluşmasına yetti de arttı.
Birkaç örnek.
Beştepe sarayının bin küsur odası olduğu yansımıştı basına çok önceleri. Bu sarayın bir aylık giderinin 18 milyon lira olduğu bilgisi bile toplumu öfkelendirmeye yetip artmıştır.
Büyük törenlerle açılan Çanakkale köprüsünden en yoğun günlerde geçen araç sayısı 10 bini biraz geçebilmektedir. Oysa, işletmecisine günde 45 bin araç geçmiş gibi ödeme yapılmaktadır. Hangi insaf, hangi vicdan ve de ahlâk bu haksızlığı içine sindirebilir? Her felakette vatandaşına İBAN numarası veren iktidarı da unutmadan.
Cumhurbaşkanının zaman zaman basın toplantısı yaptığına tanıklık ediyoruz. İzleyesim gelmese de salgın ve deprem gibi önemli süreçlerde izlemek durumunda kalıyorum. Basın toplantısında en ön sırada bakanlar kurulu üyeleri oturuyor. Yerli, yersiz cumhurbaşkanını alkışlıyorlar. Salonda basın var mı yok mu belirsiz. Her basın toplantısı şu sözlerle sonlanıyor :
“Allah yar ve yardımcınız olsun! Kalın sağlıcakla!”
Nasıl ki bilim yanlışlanabilir bir olguysa siyaset de benzer şekilde sorgulanabilir olmak zorundadır. Sorgulamayı yapacak olan başat kurumlardan birisi basındır. Basın toplantısında basının varlığı ya da yokluğu fark edilmiyorsa, tek bir soru sorulamıyorsa orada sorgulanamazlık var demektir.
12 Eylül öncesini ve elbette sonrasını yaşamış birisi olarak bu denli edilgenliğe tanık olmadım. Gazetecinin uçağa ve başka yerlere iliştirilmediği, görevini biraz olsun yapabildiği bir dönem beklentisi bile heyecanlandırmaya yeter kitleleri.
Depremi izleyerek projektör görmüş tavşana dönüşen Kızılay’ın bütçesinin Yeşilay’dan düşük olması kabul edilebilir mi?
Depreme hazırlıkla görevli ama kendisi depreme hazırlıksız olan AFAD’ı da unutmamak gerekir. Depremden sonraki saatlerde değil, günlerde bile yıkıntı altında kalan insanlardan yükselen yardım çığlıkları unutulabilir mi?
Her şeyin ötesinde devletsiz kaldığımızı fark ettik depremle birlikte. En kötü zamanda devletin bir güç olduğunu, kötü de olsa varlığının güvence olduğunu fark ettik özellikle tek kişilik iktidar döneminde.
Derin kuramsal çözümlemeler de elbette gereklidir.
Ama, ortalama yurttaş için günlük yaşam çok şeydir.
Oraya yansıyanlar, orada kendisini gösteren gerilimler bir anlam taşır.
İşin bu yanı göz ardı edilemeyecek denli önemlidir. Türkiye’yi sarsan son birkaç günde yaşananlar ve toplumun güçlü beklentisi de bu önemin kanıtı sayılmalıdır.
Azim ve Karar, 07.03.2023