HATAY FEDAİSİ
Ceyhun Balcı
Asrın felaketi olarak da adlandıranlar var 11 ilimizi yıkıp geçen depremi. Yanlış sayılmaz bu niteleme. Yanlışlık bu nitelemenin “böylesi bir yıkım karşısında yapacak şey yoktu” sorumsuzluğuna gerekçe yapılmasında.
Yinelemekte yarar var.
Böylesi büyüklükte yıkıma neden olan deprem ilk kez Türkiye’de yaşanmadı. Dünyanın başka yerlerinde de bu ölçekte depremler yaşandı ve yıkıma neden oldu. Hemen hiç birinin yarattığı yıkım ve yitimler bu boyutlara erişmedi.
Açıkça saptayalım.
Aklın yolundan ayrılmanın, bilimin sesine kulak tıkamanın sonucudur bu deprem bağlamında yaşadıklarımız.
Türkiye Cumhuriyeti’ni akıl, bilim, kültür ve sanat temelleri üzerinde yükselten Mustafa Kemal Atatürk’e “Hatay Fedaisi” dense yeridir.
Atatürk’ün savaş alanlarındaki becerisi ve yenilmezliği artık hemen herkesin bildiği ve en ince ayrıntısına öğrendiği gerçektir.
Türkiye/İzmir İktisat Kongresi’nin 100 yıldönümünü yaşadığımız şu günlerde onun “süngüyle değil sabanla kalkınacağız” sözlerini anımsamanın tam zamanı. İzmir’deki kongrede yaptığı konuşmada Mustafa Kemal Paşa ileriye dönük tasarımlara değinirken geçmişin de eleştirisini yapma gereği duymuştur.
Osmanlı’nın fütuhatçılığa dayanan anlayışının evrilememesi, dolayısı ile de geri kalmışlığa çakılıp kalmış olmasına özellikle değinme gereği duymuştur.
Depreme adını ver(e)mese de yıkımın büyüğünü yaşayan Hatay’a dönersek!
Mustafa Kemal Paşa’nın Hatay tutkusunun kesinlikle bir toprak kazanımına ve fütuhat duygusuna dayanmadığının altını çizmekte yarar var.
1918 yılının sonlarına doğru Yıldırım Orduları komutanı olarak bölgeden geçerken, saltanatı kurtarmak uğruna işgalciye ülke topraklarını açan İstanbul yönetiminin “engel olmayın” isteğine karşın İskenderun’a bir tek İngiliz askeri çıkarsa silahla karşılık veririm diyebilmiştir. Vatan toprağının savaş yitirilmiş olsa da, antlaşma yapılsa da düşmana bırakılamayacağının bilincindedir.
İleriyi o günden gören Mustafa Kemal Paşa için Hatay artık bir kamadır. Hatay tutkusu hiç küllenmeyecektir. Elbette, toprak edinmek için değil son Türk yurdu Anadolu’nun güneyden güvence altına almak için.
Savaş alanlarındaki sayısız başarısına ve yengisine karşın Mustafa Kemal Paşa yaşamının hiçbir döneminde serüvenciliğe kaptırmadı kendisini. Gazi için Hatay’ın Türk topraklarına katılması için iki temel gerekçe vardı.
Birincisi, Hatay sınırları içindeki çoğunluğu oluşturan Türk varlığıydı.
İkincisi ise, Türk kıyısına dönüşecek İskenderun körfezi aracılığıyla son Türk yurdu Anadolu’nun güvenliğinin sağlamlaştırılması.
Atatürk’ün her iki gerekçesi de gerçekçi ve sağlam temelliydi. Hatay Kaması, Anadolu ile Mezopotamya arasına girerek işlev görecekti.
Lozan’da yarım kalan bir hesabın da konusuydu Hatay. Görünürde bir toprak parçasının ülke topraklarına katılması olsa da özde ülkenin güvenliğini sağlama etkinliğiydi. Tıpkı Balkan Paktı, Akdeniz Paktı ve Sadabat Paktı gibi bir güvenlik adımıydı Hatay Kaması aracılığıyla atmaya çalıştığı.
Savaşmayı herkesten iyi bilen ve bu alandaki başarımı kuşkuya yer vermeksizin ortada olan Atatürk “Hatay şahsi meselemdir” diyebilecek denli tutkuluydu bu konuda.
Gerçekten de öyle olmadı mı?
Hatay’ı diplomatik ve stratejik ustalıkla ülke topraklarına eklerken tek kurşun atmayı aklına getirmedi. Tek bir Türkün burnunun kanamasını bile seçenek olarak görmedi.
İlerleyen hastalığına karşın kendisini feda etti. Yaşamını kısaltma pahasına bu yolu seçti.
Hatay fedaisi oldu…
Gazi’nin emaneti Hatay 10 yılı aşkın süredir emperyalizm tarafından yaratılmış bir bıçak sırtındaydı. Depremin yarattığı acılar ve yaralar henüz tazedir. Bu acılar hafiflemeye ve yaralar kabuk bağlamaya gerilemee başladığında emperyalizmin güdülemeli insan hareketinin yarattığı sorunla yüzleşmemiz kaçınılmaz olacaktır.
Hiç olmazsa bu kez sorunun varlığı kabullenilse de Hatay’la ilgili istenmeyen gelişmelerin önüne geçilse…
Azim ve Karar, 23.02.2023