UFKUN ÖTESİNİ GÖRMEYENLERİN SONU…

<strong>UFKUN ÖTESİNİ GÖRMEYENLERİN SONU…</strong>
24 Şubat 2023 15:55
4.275
A+
A-

Cihan Dura

Türk atasözlerinin en güzellerinden biridir: Göz odur ki dağın arkasını göre, akıl odur ki başa geleceği bile!Şunu da Mustafa Kemal Paşa söylemiş: “Bir amaca yürüyen yolcu yalnız ufku görüyorsa, yeterli değildir; ufkun ötesini de görmeli, ufkun ötesinde olanı da bilmelidir.”  Atatürk devam ediyor: Olacakları önceden görmeli, buna göre çareler düşünmeli, önlem almalı, yapılacakları planlamalıdır. Her şey için, örneğin bir felaket için de öyle… Felaketin önlenmesi ve karşı savunma araçları üzerinde, felaket başa gelmeden önce düşünmek lazımdır. Geldikten sonra üzülmenin hiçbir faydası yoktur.  Bir Uygur atasözü de şöyle diyor: Bugün göz yumduklarımız, yarın bize göz açtırmayacak olanlardır. Osmanlı’yı çökerten, Seksen yıl sonra Türkiye’yi de Osmanlı koşullarına yeniden götüren sebeplerin başında bu sözlerin işaret ettiği basiretten yoksun olunması gösterilebilir.

Neden böyledir? Kuşkusuz türlü sebepler sayılabilir. Fakat en başta gelen, herhalde cehalettir; yalnız halkımızın cehalete mahkûm edilmesi değil, aynı zamanda devletin yönetimini eline alan okumuşlarımızın da cehaleti ve bundan kaynaklanan kalitesizliğidir. Durmuş Hocaoğlu’nun (1948-2010) bir tespitini hiç unutmam. Ne yazık ki erken kaybettiğimiz, bu değerli bilim adamı ve düşünürümüz diyor ki: “İlerde Türkiye; “bir zamanlar bir ülke vardı, öyle câhildi, öyle câhildi ki, işçileri câhildi, köylüleri câhildi, okumayanları câhildi, okuyanları câhildi, hattâ âlimleri bile câhildi; çöküşü de câhillikten oldu” diye kayda geçecek. Sığlık bu mertebede…” 

Bu sığlığımızın acı sonuçlarına pek çok alandan örnek verilebilir. Ben bu yazımda eğitim ve öğretimde atılan, bugünkü Türkiye’yi hazırlayan geri adımları göstereceğim.

CUMHURİYET HALK PARTİSİ VE DEMOKRAT PARTİ HÜKÜMETLERİ (1938- 1960)

Millî Eğitim Bakanlığı okullarda din derslerinin zorunlu olmasına karar verdi. Arap harfleri ile tedrisat yapmak için dershane açanlar hakkındaki yasak kaldırıldı. Böylece Kur’an kursları ile imam hatip mekteplerine yeşil ışık yakılmış oldu. Köy Enstitüleri ve Halkevleri kapatıldı!

Ankara’da İlahiyat Fakültesi açıldı (Yıllar sonra, ilk türban eylemleri bu fakültede başlayacaktır.)

DP Meclis Grubu’nda Arapça’nın okullarda öğretilmesi, ortaokullarda din derslerinin başlatılması ve yeni imam-hatip okullarının açılması istendi.

Üç yıl içinde 15 adet imam hatip okulu açıldı. Millî Eğitim Bakanlığı Yüksek İslam Enstitüsü açtı. Bu kurum orta dereceli okullar ve öğretmen okulları için din dersleri öğretmeni yetiştirecek. Ortaokul ders programlarına din dersleri kondu.

CHP’de oportünistler diyor ki, Parti laiklik ve devletçilik ilkelerinden vazgeçmeli.

27 MAYIS DEVRİMİ, ADALET PARTİSİ HÜKÜMETLERİ VE SONRASI (1961- 1980)

Milli Eğitim Bakanı “imam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerini” duyurdu. İmam-hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanındı. Başbakan İzmir’de, İslam Enstitüsü’nün temelini tekbirler arasında attı. Millî Eğitim Bakanı “Hükümet’in amacı her ilde bir imam-hatip okulu açmaktır”dedi.

İlahiyat Fakültesi’nde boykot ve protesto orucu başladı. Bu hareket bir kız öğrencinin başörtü takmakta direnmesi üzerine başladı.

Dağlarda Nur eğitimi verilen kamplar kuruldu.

Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor. 77 tane daha açılıyor! Yetmiyor, bu kez 86 imam hatip okulu daha açılıyor!

12 EYLÜL HÜKÜMETİ (1980-1983)

12 Eylül yönetimi Anayasa’ya koydurduğu 24. madde ile, ilk ve ortaöğretim kurumlarında din ve ahlâk öğretimini zorunlu ders haline getirdi. Okullarda Milli Gençlik Vakfı, Nurcular, Akıncılar ve Süleymancılar gibi dinci örgütler cirit atmaya başladı.

Cumhuriyetimizin can damarı olan laiklik ilkesine büyük bir darbe indirildi: 1924 tarihli “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile sağlanan öğretim birliği devrimi ayaklar altına alındı: 1973 tarihli Millî Eğitim Temel Kanunu’nun, liseleri bitirenlerin ancak “yetiştirildikleri yönde” yüksek öğrenim yapacakları ilkesini getiren 31. maddesi; sözde Atatürkçüler tarafından, 2848 sayılı yasa ile değiştirildi: Maddedeki “yetiştirildikleri yönde” yüksek öğrenim yapmaları koşulu kaldırılarak, “Lise ve dengi okulları bitirenler, yüksek öğretim kurumlarına girmek için aday olmaya hak kazanır” hükmü getirildi. Böylece imam-hatip liseleri “meslek okulu” kategorisinden çıkarılarak temel öğretim kurumlarına dönüştürüldü. İmam-hatip lisesi mezunlarına üniversitelerin her bölümüne girme olanağı sağlanmış oldu. Bu okulun mezunlarına, ilerde hemen her türlü devlet görevini üstlenmek üzere yükseköğretim kapıları ardına kadar açıldı. Oysa imam-hatip mezunları, daha önce yalnızca yüksek İslam enstitülerine girebiliyordu.

Özetlersek, 12 Eylül Döneminde Öğretim Birliği yok edildi. Üniversitelerde bilimsel özerklik kaldırıldı. Bu kurumlar şeriatçı görüşlü, tarikatçı şahıslara teslim edildi.  İrtica Cumhuriyet tarihimizde görülmemiş adımlar attı. Başta Nurcular ve Süleymancılar olmak üzere, Cumhuriyet düşmanı tarikatlar Türk milli eğitiminde etkin duruma gelmeye başladı.

ANAP İKTİDARI (1983- 1991)

 1983-1989 yılları… İrtica Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş boyutlara ulaştı. Kur’an kursları ve dinî yayınlarda bir patlama görüldü. Hedef öncelikle eğitim kurumlarıydı. Üniversitelerde mescitler açılmaya, koca koca camiler inşa edilmeye başladı.  YÖK ve başkanı “türban” diye bir kavram uydurarak, üniversitelere tesettürlü girmenin yolunu açtı. Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.Binlerce kız öğrenci tesettüre büründü.MEB Talim ve Terbiye Kurulu’nun başkan ve üyeleri, bilimsel ve teknik yeteneklerine göre değil, “Türk-İslâm sentezcisi” olup olmadıklarına bakılarak atandı. Tebliğler Dergisi’nde, öğrencilere MEB’nın salık verdiği kitap başlıklarından bazıları: Namaz, Fıkh-ı Ekber, Allah, Kur’an-ı Kerim, Dini bilgiler, İslam mezhepleri, Kur’an mucizeleri, Ehli sünnet…

DYP-SHP VE RP-DYP KOALİSYON HÜKÜMETLERİ (1991 -1999)

1992/1993’te yeni açılan 23 üniversiteye -üçlü kararnameyle- atanan kurucu rektörlerden 18’i şeriatçı ve tarikat bağlantılıydı. Bu rektörler zamanında, üniversiteler; birer ‘Osmanlı medresesine, türlü tarikatların kurtlar sofrasına dönüştü. İmam-hatip okullarını bitirenlerin harp okullarına girmelerine engel olan yasanın değiştirilmesi istendi.

1995’te yapılan bir mevzuat değişikliği ile, Kur’an kursu açılması için gerekli öğrenci sayısı 20’den 15’e indirildi. 1994-95’te imam-hatip lisesi sayısı 583, öğrenci sayısı 477 bin oldu. Her yıl en az 45 bin mezun veriliyordu. Öğretim Birliği Yasası’nda öngörülen “din görevlileri yetiştirme” hedefinin çok ötesine geçen bu okullar, İslamî düzen yanlılarının başlıca çalışma alanı haline geldi. Yüzbinlerce genç beyin buralarda skolastik, hurafeci, çağ-dışı bir kültürle yetiştirildi. Okullar, kurslar, öğrenci yurtları ve kamplarda yılda 800 bin gence, katıksız ve akla uygun şekliyle değil, hurafelere ve politikaya bulaşmış şekliyle “din eğitimi” verildi. Buralarda ve Kur‘an kurslarında yaşları 12-15 arasında olan öğrencilere “Türkiye dinsiz-laik bir memleket hâline gelmiştir. Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti hâline getirmek için mücadele edeceğime yemin ederim”şeklinde antları içirildi.

Doğudaki bir üniversitemizin 1994-95 öğretim yılı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Devlet Bakanı tarafından Kur’an’dan ayetler okunarak açıldı. Rektör de Üniversite’nin İslam dünyasına açılan bir pencere olduğu ve onunla bir bağlantı teşkil edeceği görüşünü vurguladı.

28 Şubat sürecinin en önemli ilkesi olan “Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim” yaz aylarında açılması sağlanan Kur’an kurslarıyla delindi. İmam hatip liselerinin, meslekî öğrenim kurumu olma ilkesi bir yana bırakıldı. Bu kurumların mezunlarına polislik gibi kamu hizmetinin en duyarlı alanlarında görev yapma hakkı tanındı.

Ve CHP Genel Sekreteri konuşuyor: “Devletin, gençleri Atatürkçü ve laik doğrultuda yetiştirmesi, imam-hatip lisesi mezunlarının Harbiye’ye girişinin engellenmesi haksızlıktır.”

DİNCİLER TEK BAŞINA İKTİDARDA (2002-2021)

Ve kaçınılmaz sonuç: Yıl 2002… Dinci parti tek başına hükümet kuruyor!

AKP lideri, 12 yıl boyunca iktidar ortaklığı yapacağı Gülen Cemaati’nden büyük destek gördü. Birlikte ülkeyi medyadan orduya, eğitimden sağlığa, iş dünyasından sendikasına kadar yeniden düzenlemeye giriştiler.

İktidar din eksenli örgütlenmeleri eğitim alanına da soktu. Ensar, İlim Yayma ve TÜGVA gibi kurumlar yürüttükleri faaliyetlerle eğitimde ciddi ağırlık kazandılar. Türkiye’nin dört bir yanında dinsel eğitim fiilen okul öncesi eğitime, hatta kreşlere kadar sokuldu. MEB Diyanet işbirliği ile bu kuruluşlarda fiilen dinî eğitim başlatıldı. Sözde ‘dindar nesiller’ yaratma hedefi doğrultusunda fizik ve kimya gibi pozitif bilim kitaplarına dahi dinsel konular yüklendi. Okullara mescit zorunluluğu getirildi. Laboratuvarlar, kütüphaneler mescitlere dönüştürüldü. Sayısı olağanüstü artırılan imam hatip okullarında, kız çocuklarının başını örtmesi için ikna odaları oluşturuldu.

Öğretim birliğine yönelik saldırı ve tahribat, öğretim birliğini tümüyle çökertme girişimleri daha büyük bir hırsla sürdürüldü, AKP hükümetlerinin eliyle pek çok zararlı adımlar atıldı.Asıl darbe, kamuoyunda ‘4+4+4’ olarak bilinen 30 Mart 2012 tarihli yasayla, sistemin işleyişinin tümüyle değiştirilmesi oldu. Bu saldırıyla, 1739 sayılı yasanın önemli bir unsuru olan “sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim” uygulamasına son verildi. Okullarda karma eğitimi devre dışı bırakan eğilim ve uygulamalar yaygınlaştırıldı.  Kız çocukları neredeyse eğitimden dışlanma konumuna itildi.

Çocukların din eğitimine çok erken yaşta başlatılması ve imam hatip okullarına yönlenmeleri için imkânlar sağlandı. Daha 9 yaşında olan çocuğa, hafızlık eğitimi alması için okulundan izinli sayılması imkânı tanındı. Milli Eğitim Temel Kanunu’na aykırı olarak, dinsel kurum, vakıf ve derneklerin, laik okullarda faaliyette bulunmalarının yolu açıldı. Bu bağlamda Millî Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortak programlar yapmaya başladı. Diyanet İşleri Başkanlığı genel eğitimin ortağı durumuna getirildi. Millî Eğitim Bakanlığı ile yapılan işbirliği protokolleri çerçevesinde çeşitli dinsel vakıflar okullara sokuldu. Denebilir ki, Bakanlık eğitim ve öğretimi neredeyse dinsel vakıflara bıraktı.

İmam Hatip Okulları klasik liselere, Anadolu liselerine alternatif konuma yükseltildi. Özel düzenlemeler yoluyla öğrenciler imam hatip okullarına yönlenmeye mecbur bırakıldı. Bu okulların sayısı artırıldı. Yurt genelinde 5 bin civarında imam-hatip okulu mevcudu hedeflendi. Bunu gerçekleştirirken, yıllardır ilköğretim okulu olarak hizmet veren çok sayıda çağdaş okul, imam-hatip okuluna dönüştürüldü. Mevcut ve yeni açılan imam hatip liselerinin bünyesinde ortaokul kısımları, bazı okulların bünyesinde de imam-hatip şubeleri açıldı.

2021 yılı itibariyle 667 000 öğrenci imam hatip okullarında eğitim görüyordu!

* * *

Uğur Mumcu, 1993 yılında kaybettiğimiz o ölümsüz Mustafa Kemal ne demişti, hepimizi nasıl uyarmıştı: “Köy Enstitüleri yerine imam hatip okullarına gidiyorlar. Bunlar imam hatip olmuyorlar. Yargıç ve savcı oluyorlar, kaymakam oluyorlar. 2000 yılına doğru baktığımızda vali ilahiyat fakültesi mezunu, emniyet müdürü İslam enstitüsü mezunu, kaymakam imam hatip mezunu olacak. … Cemaatlere, tarikatlara giren çocuklar 30 sene sonra general olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar.” … “İmam-hatip liselerini bitirenler neden ilahiyat fakülteleri ve İslam enstitülerine gitmiyorlar da ille de kaymakam, vali, savcı, yargıç ve subay olmak istiyorlar? Bu uzun vadeli eğitim ve bürokratik yerleşim projesini kimler planlıyor?”

Milletini, devletini seven ufkun ötesini görür, uyarır.

Uyardı, fakat dinleyen mi oldu! İşte korkunç netice:

Son yapılan bir araştırmaya göre Türkiye Cumhuriyeti artık imam hatip okulu mezunları tarafından yönetiliyor. İçişlerinden Maliye’ye, Dışişleri’nden Milli Eğitim’e, yargıdan Emniyet’e kadar devletin kilit noktalarında imam hatip okulu ve ilahiyat mezunları bulunuyor. Valiler, kaymakamlar, subaylar, rektörler, elçiler de var. Cumhurbaşkanı ile birlikte protokolde en üst sıralarda yer alanlar da bu okullardan mezun!

Azim ve Karar, 24.02.2023.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.