UZAYA BİLET
Cumhurbaşkanı’nın uzayla ilgili sözleri tartışma yarattı. Amaç gündemi değiştirmekse amacına ulaştı. Karşıtlarının bu başarıdaki payı tartışmasız.
Teknolojiyi üretmek değil de tüketmek konusunda oldukça hünerli olduğumuz söylenebilir.
Osmanlı’yı imparatorluğa dönüştüren Fatih (gerçekte muhteşem sanını hak edendir) bir yandan resmini yaptırarak diğer yandan da bilim insanlarına gösterdiği saygıyla Rönesans’a göz kırpmıştı. Hemen ardından başlayan taht kavgası ve çapsızlık gösterisi Osmanlı’nın uygarlık sınavında sınıfta kalması sonucuna yol açtı.
XVI. yüzyıl bitmeden Takiyüddin’in gözlemevinin yerle bir edilmesi ve Hezarfen’in başına gelenler “biz ilerlemek istemiyoruz” manifestosu gibiydi.
Durum böyle olunca imparatorluğa XV. yüzyılda gelen matbaanın Osmanlı yararına kullanımı için 300 yıl beklemek gerekti.
Yeniçeri ocağının çağdaş orduya dönüştürülmesi uzun yıllar aldı. Oluk gibi akan kan da cabası!
Önce ordunun sonra da tıp öğretiminin dönüşümü kopyala-yapıştır türünden uygulamalar olsa da her iki alanda da özgün gelişmeler yaşandı. İlerleyen yıllarda bu özgün gelişmelerin ürünleri toplandı.
Telgraf neredeyse eşzamanlı olarak Osmanlı’ya geldi. İmparatorluk kısa sürede yeryüzünün beşinci en yaygın telgraf ağına sahip oldu. Hatta, telgrafın mucidi Samuel Morse’a temsilcisi aracılığıyla Mecidiye nişanı bile verildi. Telgraf kullanıcılığının yararı II. Meşrutiyet’e giden yolda ve elbette Milli Mücadele’de fazlasıyla görüldü. Buna karşılık telgraf kullanıcılığı bu ya da bağlantılı bir başka teknolojinin üretiminde sıçrama yapmamız sonucuna yol açmadı.
Benzer şekilde, Fransa’da Louis Pasteur’ün mikrobiyoloji alanındaki devrime eşdeğer buluşları da Osmanlı’da hızla yankılandı. Pasteur’e II. Abdülhamit zamanında yalnızca nişan değil parasal yardım da yapıldı. Üç Osmanlı hekimi Pasteur Enstitüsü’ne gönderilerek eğitilmeleri sağlandı.
Bu yerinde girişim Osmanlı’nın aşı üreticisi olması sonucunu doğurdu. Bu üreticiliğin meyveleri Cumhuriyet’le birlikte daha fazla toplanır oldu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında uçak üreten Türkiye Atlantik ağına takılarak yeniden tüketici olmayı seçti.
Bilim ve teknoloji alanında uluslar arasında etkileşim ve alışveriş olması doğaldır. Doğal olmayan bu ilişkinin sürekli edilgen tarafında yer almaktır. “Ver parayı, al malı” anlayışı miskinliği, edilgenliği ve geri kalmışlığı besleyen can suyudur.
Türkiye, günümüzde enerji üretimi amaçlı nükleer santral sahibi olma yolunda ilerliyor. Bu durum pek çok açıdan eleştirilebilir kuşkusuz. Ama, Attilâ İlhan’ın da vurguladığı gibi böylesi bir girişim ülkenin nükleer teknolojiyi öğrenmesi ve dolayısı ile üretici olma noktasına gelmesi bile bir kazanç sağlayabilir(di).
Türkiye’nin uzay serüvenine girişmesi hiç kuşkusuz sokaktaki insanı heyecanlandırır.
Benim kuşağımın çocukluğu Uzay Yolu ve Uzay 1999’u izleyerek geçti. O zamanki düşün şimdilerde gerçekleşmesi olasılığı sayısız insanın ilgisini çeker. Bu nedenle, Türkiye’nin uzay serüvenine yönelik küçümseyici yaklaşımların toplum gözünde değer taşımayacağını da vurgulamakta yarar var.
Diğer yandan, günümüzde ticarileşen uzay yolculuklarının bilet almak ve dolayısı ile bedelini ödemekle olanaklı olabildiğini de akılda tutmak gerekir. Böyle bir durumda elbette uzaya çıkmanın onurunu parası karşılığında yaşarsınız!
Ya sonra?
Türkiye’nin uzay serüveni üzerine tartışmalar uçlarda geziniyor. Bir taraf uzaya çıkana ne ad konması gerektiğini öne çıkartırken diğer taraf da olayın ciddiyetiyle uyumlu bir tutum sergilemekten uzak duruyor.
Soru şu olmalı!
Bu fırsattan yararlanılarak uzay ülkesi olunabilir mi?
Teknolojiyi kullanmaya tamam! Ama, o teknolojinin üreticisi olmak ve yeri gelince de geliştiricisi olmak neden düşünülmez?
Amaç, uzaya gitmek metaforu üzerinden propagandaysa üretici olmaya elbette gerek yok!
Ama, uzaya gitmenin yanı sıra uzayda söz sahibi olmak düşünülecekse daha gidilecek çok yol var demektir.
Teknolojiyle ilişkimizi tüketicilik üzerinden belirlemek zaman, enerji ve para kaybı anlamına gelir. Bu yapılırken konuyla ilgili bilgimizi ve teknolojimizi geliştirmek de düşünülürse verirken almak gibi bir olumluluğun altına imza atılmış olur.
Amaç uzaya bilet alabilmekse günümüzde uzaya gidişin ticarileştiği de düşünüldüğünde olanaksız bir iş değildir. Ama, uzaya biletle çıkmak kadar uzay teknolojisi sahibi olmaksa amaç başka türlü davranmak gerekir.
Yaklaşık 1.5 aydır Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlara bakılırsa ülke yönetiminin sahip olduğu vizyonun tüketicilikten ve bu tüketiciliğin propaganda aracı olarak kullanılmasından öte olmadığı söylenebilir.
Sosyal medya geyiklerine konu olan uzay yolculuğunun yazıya konu edilen yanıyla düzeyli tartışmalara da konu olması dileğiyle!
Görev bilim çevrelerinde ve aydınlarda!
Azim ve Karar, 12.02.2021