UMUTSUZ DURUM YOKTUR
Atatürk diyor ki,“biz Cumhuriyet rejimine uzun bir süreç sonunda, birçok aşamadan geçerek ulaştık. Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi, Misakı Millî, Büyük Millet Meclisi’nin açılması, Halkçılık Programı, 1921 Anayasası, saltanatın kaldırılması bu sürecin başlıca aşamalarıdır.”
Sayılan aşamalardan belki de en kritik olanı Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıdır.
Acaba Atatürk 23 Nisan 1920’ye doğru hangi duygu ve düşünceler içindeydi? Ataname’de anlatıyor:
●Tarih 16 Mart 1920… İtilaf Devletleri 13 Kasım 1918’den beri 16 aydır fiilen işgal altında bulundurdukları İstanbul’u resmen işgal ettiler. Dört gün sonra Mebuslar Meclisi’ni bastılar. Meclis’in saldırıya uğradığı gün ülkenin genel manzarasına bakarsak, gözlerimize çarpan şudur:
İzmir’e çıkarılmış olan Yunan ordusu, Reddi İlhak Cemiyeti’nin vatanseverce rehberliğiyle vücuda getirilmiş olan bir cephenin karşısında bulundu. Diğer taraftan halife ve padişah orduları da ülkenin şurasına, burasına çıkarılmış, Ankara’yı taarruz hedefi seçmiş bulunuyordu. Bu halife kuvvetlerinden başka ülkenin her tarafında İngiliz hafiyeleri ile beraber elinde fetvayı şerif bulunan halife ve padişahın memurları, casusları dolaşıyordu. Ve yine bunlar milletimizi mahvetmek istiyor, mahvedebilmek için de en kuvvetli silah olarak inkârı, aldatmayı ve halkı ayağa kaldırabilmeyi kolluyorlardı.Ben çok üzgün bir halde İstanbul’da bulunan, İstanbul’da toplanmış olan ve dağılmış bulunan, hakarete uğramış olan insanları uzaktan gözlüyordum. Fakat onların bir araya gelmesi ve tekrar iş görebilecek yetenek gösterebilmeleri zor, hatta imkânsız görünüyordu.
İstanbul’a artık büsbütün kement vurulmuş, millet ve ülke başsız kalmıştı. Düşünüyordum, şahsımda hiçbir yasal yetki yoktu. Ülkeyi ve milleti o kadar çökmüş bir halde görüyordum ki, bu manzara karşısında mutlaka hareket etmek lazımdı ve öyle yaptım. Vuku bulan girişimim; Ankara’da millî bir meclis toplamak ve milleti yeniden ve geniş yetkilerle vekil seçmeye davet etmek oldu. Millet bu davete büyük bir aciliyetle derhal icabet etti. Daha geniş sıfat ve yetkiyle seçilen milletvekilleri 1920 Nisan ortalarında Ankara’da toplanmaya başladı.
Ancak ülke geniş, ulaşım araçları sınırlıydı. Vekillerin gelmesi gecikiyor, bu gecikme bana azap veriyordu. Bu azap içinde mesai arkadaşlarımla gece gündüz dinlenmeden çalışarak duruma ait çareleri düşünüp uygulamakla meşgul oluyordum.
●O sıralarda içerde halkın düşüncelerini zehirlemek, dışarda dünya kamuoyunu bulandırmak maksadıyla çalışanların kullandıkları araçlardan biri de doğrudan doğruya benim şahsiyetimdi. Ülkemizdeki ulusal heyecanı, hak ve bağımsızlığı savunma uğrunda gösterilen hayati yeteneği inkâr için bu kimseler, bütün saldırılarını bana yöneltiyorlardı. Gerek millete ve gerek İstanbul’daki hükümete resmen diyorlardı ki: “Mustafa Kemal’i tanımayınız; Mustafa Kemal’e emniyet ve itimat etmeyiniz. İtilaf devletlerinin Türkiye’ye karşı gösterdiği şiddet, onun yüzündendir.” Onlar böyle söylüyorlar ve ben bertaraf edildiğim takdirde, millet ve ülkenin dışardan her türlü dostluğu ve iyiliği göreceğini ileri sürüyor, kamuoyunu bu şekilde aldatmaya çalışıyorlardı.
Ben bu girişimde ne kadar zehirli, fakat ustaca bir kasıt olduğunu bütün açıklığıyla görüyordum. Ancak milletimin üstüne konan baskı ve tutsaklık yükünün, benim yüzümden ileri geldiğini düşünebileceklerin olduğunu zaman zaman düşündükçe, kalbimin pek derin üzüntülerle çarptığını hissediyordum. Hem kendimi bu üzüntüden kurtarmak hem de böyle düşünebilecek kimseleri vehimden kurtarmak için, o güne kadar meydana getirilen tarihî durumun ve bu durumun o günden sonraki safhalarına ait sorumluluğu diğer bir arkadaşa bırakarak bir köşeye çekilip unutulmanın ve inzivaya çekilmenin uygun olacağını düşündüm. Bu düşüncemi, o zamanlar yakınımda bulunan çalışma arkadaşlarımın hepsine açık ve kesin bir dille bildirdim. Fakat arkadaşlarım, böyle bir hareketin düşman niyetlerini ve arzusunu artırmaktan başka sonuç vermeyeceğini söylediler. Diğer yandan iç isyan ateşi Ankara kapılarına kadar yaklaşmakta idi. Durumun ağırlığı, sorumluluğun büyüklüğü, insanı dehşete düşürücü bir mahiyette idi.
●Arkadaşlarımın içtenliğine, milletimin azim ve imanına, düşmanlarımızı er geç aczi itirafa mecbur edeceği hakkındaki kesin kanaatime ve Allah’ın yardımına dayanarak, eskisi gibi sonuna kadar millî mücadelemizin şahsıma yüklediği namus ve vicdan görevini yerine getirmekte devama karar verdim.Ve artık genel harekâtın yasal bir şekilde yürütülmesine başlama gününün daha ziyade ertelemeye de müsaadesi kalmadığından, 1920 yılı Nisan’ının 23’üncü günü Meclis’in açılması uygun görüldü.
İşte 23 Nisan Cuma günü, öğleden sonra yaklaşık saat ikide Meclis binasının kapısından girerken, günlerden ve gecelerden beri bütün varlığımı işgal eden bu düşünce ve duygulara boğulmuş bulunuyordum. İçeriye girip Meclis salonunu dolduran milletvekillerinin güvenli ve itimatlı bakışlarla bana dönmüş olduklarını gördüğüm zaman, girişimlerimizin milletin emellerine bütünüyle uygun olduğunu bir kere daha anladım. Ve artık benimle fikir ve emelde ortak milletin fikir ve emelini temsil eden bu kadar arkadaşla birlikte çalışacağımdan dolayı büyük bir mutluluk duydum. [ATANAME / Meclisi Mebusan: 6-13; Cumhuriyet’e Geçiş: 6-7]
* * *
Yunan ordusu İzmir’e çıkarılmış, İstanbul’a kement vurulmuş, millet ve ülke başsız.İngiliz hafiyeleri ile halife ve padişah memur ve orduları, casusları, Ankara’ya taarruza geçmiş. İç isyan ateşi Ankara kapılarına dayanmış.Durum ağır, sorumluluk büyüktür.Atatürk bir iç muhasebeye yönelir. Şuna inanmıştır ki, hedef aslında doğrudan doğruya onun şahsiyetidir. Saldırılar ona yöneltilmiştir. Bütün bu girişimlerde bir kasıt olduğu, milletin üzerindeki ağır baskının kendisi yüzünden ileri geldiği sonucuna varır. Böyle düşünebilecek kimseleri vehimden kurtarmak için, sorumluluğu bir arkadaşına bırakmanın uygun olacağını düşünür.Niyetiniçalışma arkadaşlarınaaçar. Ancak arkadaşları karşı çıkmıştır. Durumu yeniden gözden geçirir: Arkadaşları samimîdir. Millet azimli ve inançlıdır. Allah yardım edecektir. Düşmanlar er geç yenilecektir. Bunun üzerine yüklenmiş olduğu namus ve vicdan görevine devam etmeye karar verir. Kararını uygulamaya koymaz. Yeniden bir durum muhakemesi yapar,durumun umutsuz olmadığını görür.
Umutsuz durum yoktur, umutsuz insan vardır. Ben hayatta hiçbir zaman umutsuz olmadım.Atatürk bu büyük sözü 23 Nisan 1923 öncesi yaşadığı, bu ve benzeri ateş çemberleri içinden geçtiği deneyimlerinin sonucu olarak söylemiş olmalıdır.
Azim ve Karar, 24.05.2021