TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİNİ ALGILAMAK İÇİN ORYANTALİZMİ DİKKATE ALMAK
Mustafa Kaymakçı
“Türk-Yunan İlişkilerini Algılamak İçin Oryantalizmi Dikkate Almak” gereği vardır.Bu kapsamda, bu günkü yazımdan sonra da sırasıyla “Oryantalizmin Saptırma ve Yalanları” ve de “Oryantalizmin Yönlendirmesiyle Yaratılmış Megali İdea Ülküsünün Emperyal Etmenleri” üzerinde özetle görüşlerimi yansıtmaya çalışacağım.
Aksi durumda Ege’de ve Kıbrıs’ta Türk-Yunan İlişkilerinde ortaya çıkan sorunları çözümlemek, şimdiye değin olduğu üzere olası değil.
Eski Çağ Modeline Karşı Avrupa Merkezciliği-Oryantalizmin Kökeni Ari Model Nedir?
Öncelikle 1830- 1840’larda son şeklini alan “Ari Model” ile onun karşısında yer alan “Eskiçağ Modeli” yaklaşımlarına göz atmakta yarar var.
Eski Çağ modeline göre; “Uygarlık; binlerce yıl devam eden gelişmeler sonunda, insan aklının, bilim ve teknolojisinin katkısı ile ortaya çıkan ve bütün insanlığın eseri ve malı olan ortak değerlerdir.
Tarihçilerin çoğuna göre; Yunan tarihinden önce Yakın Asya ve Mısır’da, sürekli ve değişik tabakalı bir uygar yaşam söz konusudur. Bu uygarlıkların da, Antik Yunan Uygarlığı gibi bir milletin dehasından değil, gittikçe genişleyen uluslararası ilişkilerin etkisi altında, doğup geliştiği bilinmektedir. Anılan uygarlıklar, Kafkaslar ve Ön Asya’dan başlayarak, Hind Denizi ve Afrika göllerine, İran ile Hind arasındaki sınırlardan Cebelüttarık’a kadar uzanmaktadır. Bu alanın kadim tarihi, tamamiyle bir bütün oluşturur. Bu kapsamda sırasıyla Hitit gibi Antik Anadolu, Sümer, Babil ve Asur gibi Mezopotamya, Doğu Akdeniz, Orta Asya, Mısır, İran, Çin, Hindistan, Roma, Bizans, İslam ve Endülüs uygarlıkları öne çıkmaktadır. Bunlara Maya, Aztek ve İnka gibi Amerika uygarlıkları da eklenmelidir.”
Buna karşılık “Ari model” yaklaşımına göre; “Yunan uygarlığı, Ege havzasının kuzeyden, bir Hint-Avrupa dili konuşan ‘Ariler’ olan Helenler tarafından işgal edilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılda Ari Modeli yaratanlar, Yunanistan’ı, Ariler’in esmer halkı kuşattığı (yani Hintlileri), ancak sonradan onlar tarafından yozlaştırıldığı Hindistan’dan farklı bir yere koyarken, Yunanistan ise Batı uygarlığı için uygun bir beşik, ırk açısından saf ve temelde Avrupalı olarak görülmüştür.
Dünya tarihinde ortaya çıkmış bütün uygarlıklar kendilerine özgü bir yol izlemişken; Batı uygarlığı, insanlığın genel gelişim çizgisinden ayrılarak diğer uygarlıklardan farklı bir yola sapmış ve bugünkü düzeyine ulaşmıştır.
Bu süreçte Batı toplumları ilerlerken, Doğu toplumları geri kalmış ve ‘himaye edilmeye’ muhtaç bir duruma gelmiştir. Çünkü Avrupalı yaklaşımına göre Doğu toplumlarının durağanlık ve gerilik yatmaktadır.”
Ari Model, 19. yüzyıl Romantik tarihçilerinin ilerlemeci tarih anlayışı ile örtüşmüştür.
Avrupa kimliğinin belirleyicisi Eski Yunan’dır. Eski Yunan, Avrupa’yı, insanlığın geri kalanından ayıran en önemli etkendir.
Avrupa ondan; yetkinliği, özgürlüğü, ilerlemeyi, eksiksiz insana yönelik düşünme yöntemini almıştır. En özgün ürünü olan bilimi, onun başlattığı değişime borçludur.
İşte böyle bir yaklaşımın ürünü olan Ari Modeli ile saf Avrupa ırkı düşüncesinin yaratılması amacıyla, Yunan öncesinde ve sonrasındaki bütün toplum ve uygarlıklar (işe gelenler dışında) uygarlık sahnesinden silinmeye çalışılmıştır.
Anılan yaklaşım düşünce boyutunda kalmamış; ‘Batı Uygarlığı’, diğer uygarlıkları görmezlikten gelerek bir “uygarlık” olabilmiştir. Bu anlamda “Batı tarihi, bir çeşit uygarlık soykırım tarihi” olarak da nitelendirilebilir.
Ari Model ile tarih, Avrupa merkezci bir anlayışla tersyüz edilmiş ve bu amaçla çeşitli bilim dalları bile ortaya çıkarılmıştır[1].
Oryantalizm bunun en güzel örneğidir ve “ tek, elit,en üstün” kalabilmek için, diğerlerini “ötekileştirme”nin de adı olarak da söylenebilir.
Oryantalizm
Oryantalizm,”Avrupa merkezciliği”nin izlerini taşımaktadır. Avrupa merkezciliğinin Batı’da aydınlanma sonrası oluşturulan kapitalizm için Doğu’nun kaynaklarını el koymanın,daha açık deyişle sömürgeleştirmenin bir aracı olarak ortaya çıktığı söylenebilir.
Bu tarihsel sürecin ilerleyişinde, Doğu-Batı ayrımı da kurumsallaşmış ve Doğu’nun ötekileştirilmesini gündeme getirmiştir.
Ötekileştirilen Doğu, insan sıfatından daha aşağı bir konuma yerleştirilmiş, medenileştirilmeye/yönetilmeye uygun bir duruma getirilmek istenmiştir.
Bunun sonucu olarak Doğu halklarının iki seçeneği ortaya çıkacaktı. Birinci seçenekte Batılaşmayı ve getirdiği içselleştirmeyi kabul edecekti.İkinci seçenekte ise Batılaştırmaya karşı çıkarak çöküşü yaşayacaktı[2].
Bu bağlamda Avrupa merkezciliğinin Oryantalizmin geri planını oluşturma ve uygun bir ortam hazırlama yaklaşımı olduğu gözlemlenmektedir.
Geçmişi 12. yüzyıla kadar uzansa da Batı’da, Oryantalist görüşün 19.yüzyılın ortalarından itibaren “Oriental Studies: Doğu Araştırmaları” adıyla, akademik bir disiplin olarak ortaya çıktığı görülmekte. Dünya tarihinin ilerlemeci öyküsünün Batı kaynaklı olarak kabul edilmesinin en yetkin bilimsel temeli ise, 1978 yılında Said’in kaleme aldığı “Oryantalizm: Doğuculuk= Şarkiyatçılık” adlı kitabıyla dile getirilmiştir[3].
Said varlık ve yokluk arasında ne var ise hepsini Doğu ve Batı arasındaki temel ayrıma dayandırır.
Said; “Şarkiyatçılık, Batı’nın Şark Anlayışı” adlı kitabında,”Batı’’nın ‘’Doğu’’ya bakış açısını sorgulamaktadır.
O’na göre, Oryantalizm’in birbiriyle bağlantılı çeşitli anlamları vardır.
Birincisi: Oryantalizm, “Doğu Araştırmaları” gibi okullara sahip akademik bir ilgi alanı hatta bir disiplindir.
İkincisi,”Oryant” ile Batı ile Doğu arasındaki varlık ve doğa felsefesi (ontoloji ve epistomoloji) açısından ayrımı dile getiren bir düşünce tarzıdır.
Üçüncüsü ve belki de en önemlisi Oryantalizm, “Doğu üzerinde egemenlik kurmak, onu kendisinin çıkarı doğrultusunda yeniden yapılandırmak ve otorite sahibi olmak, daha ilerisi Doğu’nun insanları ve topraklarının Batı tarafından ele geçirilmesi amacıyla,bir başka deyişle emperyalizm için geliştirilen Batılı bir söylemdir”.
Burada emperyalizmin gizli ve açık(aleni) ya da bilimsel ırkçılık ile bağlantısı olduğunu söylemek gereği vardır.Gizli ırkçılık,uygarlık(medeni) anlamda geri kalmışlığın emperyalist “modernleşme özgörevi” yardımıyla iyileştirilebileceğini ve iyileştirilmesi gerektiğini varsayar. Açık(aleni) ya da bilimsel ırkçılık, fizyolojik/genetik özellikleri üzerinde odaklanmıştır, çünkü bu ikinci sınıf özellikleri değişmez olarak görme eğilimdedir.
Oryantalizme göre insan toplulukları;”Uygar (Medeni, Batı Avrupalılar: Beyazlar), Barbar(Türk-Osmanlı İmparatorluğu, Çin, Siyam ve Japonyalar gibi:Sarılar) ve Vahşi (Afrika, Avustralya ve Yeni Zelandalılar: Siyahlar)” olarak sınıflandırılmıştır.
Kimi Oryantalistler, Sosyal Darvinciler ve bilimsel ırkçılar;Sarılar ve Siyahların yok olmaya yazgılı olacakları ve uygarlığın gelişmesinin de sadece Britanyalılar’ın,ancak kabul ettirilen adıyla İngilizlerin elinde olduğu bir dünyayı Anglosakson ırkının yönetebileceğine inanıyorlardı[4].
Bu bağlamda Said; Oryantalizmi, onun önyargılar, cehalet, bilgisizlik, klişeler, standart duruma getirilmiş görüşler ve uydurmalarla karakterize edilen bir düşünce olarak niteler [5].
Yunanseverlik:Filhellenizm
Oryantalizmin bir ürünü olan Yunanseverlik’in Avrupa aydınlanmasıyla da ortaya çıktığı gözlemlenmektedir.
Aydınlanmacılara göre, “uygarlıktan yoksun” Türkler, Avrupa kültürünün “baş düşmanıdır” ve Avrupa’nın “en güzel” topraklarını “kanlı yönetimleri” le işgal etmişlerdir.
“Yunanseverlik”,Avrupa-merkezciliğinin Türk Düşmanlığını beslediği bir yaklaşım olmuştur.
Bir başka deyişle “Batı’nın Oryantalist yaklaşımının Yunanların kimlik arayışlarına çanak tutmuş ve “Türkler hak tanımayan ve tiran efendidir” ve “Greklere yoksulluk, cehalet yorgunluk, acı, dert, kamçı, falaka , ölüm getirmiştir” şeklinde algının ortaya çıkarıldığını yazmaktadırlar.
Günümüz Oryantalisti Huntington’un Görüşü
Günümüzün öne çıkan oryantalistlerinden birisi de, Amerikalı Siyaset Bilimcisi, Samuel P. Huntington’[6]dır. Huntington, oryantalist yaklaşımlarını, dinsel kökenli bir kültürel farklılığa dayandırıyor.
Huntington’a göre; “21. yüzyıl din ağırlıklı bir uygarlıklar çatışması ile belirlenecektir. Bu çatışma, en geniş coğrafyalara yayılmış iki medeniyet (Batılı ve İslam) arasında kaçınılmaz olacaktır. Bugünkü dünyada insanlar arası farklılıklar artık esas olarak kültüreldir. Kültürel yakınlıkları olan toplumlar işbirliğine gitmektedir. Batılılar, uygarlıklarının evrensel değil, tek ve biricik nitelik taşıyan bir uygarlık olduğunu kabul etmelidirler. Dünyanın geri kalan kısmı ise “farklı” dır.”
Huntington’un söz bu bakış açısıyla Türkiye’nin İslam ve Batı medeniyeti arasında bocalayan bir ülke olduğunu ifade ederek Atatürk’ün mirasının olduğu gibi yadsınmasını da önermemiş miydi?
Özetlenirse, Batının Türkiye’ye de oryantalizm temelinde bakışını dikkate almaksızın Türk-Yunan İlişkilerini algılamak olası değil diye düşünüyorum.
Azim ve Karar, 12.10.2024
[1] Bernal, M.,2016. Kara Atena.Eski Yunan Uydurması Nasıl İmal Edildi?1785-1985.Kaynak Yayınları
[2] Amin, S.,2018. Avrupa-Merkezcilik-Bir İdeolojinin Eleştirisi( L’eurocentrisme Critique d’une idéologie) Çevirmen: Mehmet Sert. Yordam Kitap
[3] Said, E. W., 2010. Şarkiyatçılık. Batı’nın Şark Anlayışları. Beşinci Baskı (Çeviri: Ülner, B.) Metis/Kültür Yayınları
[4] Hobson, J. M., 2020.Batı Medeniyetinin Doğu Kökenleri.7.Baskı(Çeviri:Ermet.E.) Yapı Kredi Yayınları,İstanbul,s.222-229
[5] Kaymakçı, M.,2018. Yunan Algısındaki Türk İmgesinin Kökenleri Ve Dostluk İçin Çıkış Yolları(İç., Ege Adalarının Unutulan Halkı: Rodos Ve İstanköy Türkleri (Ed., Kaymakçı,M., Özgün,C.) Eğitim Yayınevi, Konya,S.,273-293
[6] Huntington, S., 2011. Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması (Çeviri: Özdemir, C.; Turhan, M.) Okuyan Us Yayınları, İstanbul,
Azim ve Karar, 12.10.2024