TARIM ALANLARIMIZ NEDEN YOK EDİLİYOR?
TBMM Küresel İklim Değişikliği Araştırma Komisyonu’na göre 2001 yılında 26,4 milyon hektar olan tarım alanımız 2020 yılında 23,1 milyon hektara geriledi. Tarım alanlarında 19 yılda yaşanan kayıp yüzde 12 oldu! Bu, 2001-2020 yılları arasında toplam 15 Hatay büyüklüğünde tarım arazisinin kaybı anlamına geliyor. Öte yandan, 2011 yılında Türkiye’de, 68 milyar dolar olarak gerçekleşen tarımsal hasıla 47 milyar dolara düşmüş bulunuyor. Çiftçi sayısı ise son 12 yılda yarı yarıya azaldı.
Bir vursanız bin ah dinlersiniz tarım sektörümüzden: Her yıl tonlarca toprağımız erozyonla denizlere taşınıyor. İnşaat ve yeni tarım alanları elde etmek için mera ve doğal orman alanlarımız barbarca yok ediliyor. Meralardaki azalma korkunç ölçülerde. Ormanlarımız da öyle, süratle azalıyor. Tohum sorunumuz var. Cehalet simgesi hükümetler çitçileri İsrail tohumuna mahkûm etmiş bulunuyor.
Tarım alanlarımız? Göz göre göre yok oluyorlar! Üretim yetersiz, çiftçilerimiz tarlalarını terk ediyor. Peki, neden böyle? İki sebeple açıklayacağım tarımın yaşadığı bu çöküşü; biri iç kaynaklı, diğeri dış…
A)Hayat gerçeklerle düzenlenir. Hayatına dünya gerçekleriyle düzen vermeyi başaramayan toplumların başı beladan kurtulmaz, hatta zamanla bozulur ve dağılırlar. Gerçekler ise ancak dünya ile ilgilenerek, gözlem ve muhakeme yaparak bulunur. Türkiye bugün güçlü ve güvenilir bir ekonomiye sahip değil. Bunun birinci sebebi; Atatürk’ün “Hayatta en hakikî mürşit bilimdir” ilkesine rağmen, bilimleri varlık ve geleceğimizi belirleyen bir konuma oturtmamış olmamızdır. Bilim Türkiye’de esas itibariyle lafta vardır, uygulamada dışlanır. Bilimsel anlayış siyasette ve yönetimde belirleyici değildir, çağdışı zihniyet, kişi ve sınıf çıkarları öndedir. Bu yüzdendir ki, her yıl her alanda büyük kayıplara uğruyoruz. Birçok somut örnek verilebilir buna. Biri de tarım alanlarımızda olup bitendir.
●Verimli tarım arazileri doğanın en değerli armağanlarından biridir bir topluma. Öyledir ama, biz bu gerçeği hakkıyla takdir edebiliyor muyuz? Aklın ve bilimin yolundan giderek, değerlerini bilip koruyor, asıl kullanılmaları gereken şekilde kullanıyor muyuz onları? Tam tersine, bu paha biçilmez alanları 3-5 rantçı daha da zenginleşsin diye köstebek gibi kazıyor, betonlaştırıyoruz.Dahası bu rezilliği, bu akılsızlığı yapanlar karşısında başta hükümetler, sessiz kalıyor, yapılana göz yumuyor, tepki bile göstermiyoruz.
Türkiye tarım arazilerini yıllardır kaybediyor. Alternatif marjinal tarım arazileri olmasına rağmen, geniş ve verimli tarım arazileri tarım dışı amaçlarla, şehirleşme, sanayi tesisleri, turizm, madencilik amacıyla kullanılıyor. İmara açılıyor, yerleşim ve sanayi alanına dönüştürülüyor. Yerleşime açılabilecek verimsiz alanlar olmasına rağmen; yatırım yapılıp sulamaya açılmış tarım arazileri bile tarım dışı kullanıma tahsis ediliyor. Birinci sınıf tarım arazilerini köstebek gibi oyuyor, kazıyor, taş ocakları açıyor, tuğla fabrikaları kuruyorlar.
● En verimli tarım arazileri bile imara açılıyor! Bugün yerleşim ve sanayi alanlarının önemli bir bölümü verimli tarım arazisi niteliğindedir. Yerleşime açılabilecek verimsiz alanlar olmasına rağmen arazilerin tarım dışı kullanıma açılması büyük israftır; vatana ihanetten başka bir anlam taşımaz. Kayıp bununla bitmiyor: Yeterli gelir sağlayamayan çiftçi, toprağı ekmekten vazgeçiyor. Tarımdan soğuyor, tarlasını satarak kentlere dar atıyor kendini.
● Evet, bu yapılanlar birey ve şirket açısından kârlı işler… Vahşi kapitalizmin mantığına uygun işler… Ancak toplum açısından korkunç birer kayıp, aynı zamanda birer doğa cinayetidir. Üç beş kişi kolayından para kazanıyor, zenginleşiyor; ancak toplum olarak kat kat fazla zararlara uğruyoruz, yerine konulamaz şekilde en değerli kaynaklarımızı kaybediyoruz. Fakat doğa öcünü alır, o kişilerden değil, doğrudan doğruya bütün bir toplumdan, hepimizden alır.
B) Türkiye tarımsal kapasitesi çok büyük bir ülke… 1990’lı yıllara kadar tarımda kendine yeterli 7 ülkeden biriydi. Bugünse tam tersi bir konumda. Birçok tarımsal ürünü, hatta en zorunlu olanları ithalat yoluyla sağlıyoruz.
Peki, neden bu hale geldik? İkinci bir sebep daha var.
Emperyalist Batı (İngiltere, ABD, Fransa…) teknolojik ve ekonomik gücüne dayanarak, diğer ülkelere hep kendi çıkarlarına uygun politikalar dayatmıştır. Savaş sonrası dönemde Avrupa tarım ve hayvancılık sektörlerine büyük yatırımlar yapmış, kendine şu hedefi çizmişti: Tarımda kendi kendine yeterli duruma gelmek… 1970’li yıllarda bu hedefine ulaştı. Dahası ürün fazlaları vermeye başladı. Dağlar gibi tarımsal ürün stokları oluştu. Bu ürün fazlaları eritilmeliydi. Nasıl? Tabii bulacakları yeni pazarlarsayesinde!
Ne yapılacaktı? Diğer ülkelerin tarımsal üretim kapasiteleri çökertilecekti! Eğer bunu başarırlarsa, o ülkeler; sanayi ürünlerine ek olarak, ihtiyaç duydukları tarımsal ürünleri de zorunlu olarak Batı’dan satın alacaklardı. Sorunu Türkiye özeline taşırsak, ABD ve AB’nin (özellikle İngiltere-Almanya-Fransa’nın) çıkarları; Türkiye’nin yalnız sanayide değil tarımda da, “üretici değil tüketici” konumuna getirilmesini gerektiriyordu. Türkiye 70 milyona yaklaşan nüfusu ile, yeni tarımsal ürün ihracat pazarları peşindeki Batı’ya iştah açıcı bir ülke olarak görünüyordu. Elverişli politikalar yoluyla, diğer az gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de -iç düşmanlarla işbirliği yaparak- tarım sektörünü çökertmeye, tarımsal kapasite ve potansiyeli yok etmeye koyuldular. Hükümetlerimiz -bilerek veya bilmeyerek- bu hain dayatmaya boyun eğdiler. Yapılan korkunç hatânın sonucu ise ancak bu son yıllarda fark ediliyor!
* * *
Kaynaklarını akıllıca kullanmayan bir toplum, hatâsının bedelini eninde sonunda öder.
Her kaynak topluma en fazla fayda sağlayacağı alana tahsis edilmelidir. Doğada her şey birbirine bağlıdır; barajlar, akarsular, bahçeler, fırtınaları, yağışlar, sulak alanlar, kuş türleri örneğinde olduğu gibi. Bir alanda yaptığımız hata, zincirleme olarak bütün diğerlerini etkiler. Onun içindir ki devlet yönetimi akıllı, bilgili, sosyal ahlaklı adamlar ister. Ne ormanlar, ne sulak alanlar, ne tarım arazileri Türkiye’de cahil yöneticilerin aldıkları yanlış kararlar yüzünden yok olup gitti, gidiyor.
Demokrasi gereklidir. Ancak Türkiye’deki rejim gerçek demokrasi değildir. Öyledir diyerek sanal bir Türkiye yaratılıp, ülke yönetimi, ülkenin yazgısı “bilim-engelli”lere, sosyal ahlak yoksunlarına, işbirlikçilere teslim edilirse, olacağı işte budur. Bu gidişle, kurtuluş da yoktur.
Atatürk Nutuk’ta ne diyordu:
Bağımsızlığımızın düşmanı olan, bizi ekonomimizi geliştirme gayretinden, alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar ülkemizi sömürge yapmak, bunun için de uyanmamızı, kalkınmamızı istemeyenlerdir. Ancak, bizim için dış düşmanlardan daha zararlı, daha öldürücü birileri daha vardır ki onlar da iç bedhahlardır, aramızdaki hainlerdir. Ulusal bağımsızlığımızın en büyük düşmanı, asıl bunlardır.
Azim ve Karar, 18.05.2021