“TARİHÇİ VE DOĞA” ÜZERİNE
Günümüzde maddi herhangi bir öğenin, sosyal açıdan da irdelenmesi gereği bir zorunluluk olarak ortada. Bununla birlikte, gerek doğa bilimcileri, gerekse sosyal bilimciler, herhangi bir konuyu bir bütünsellik açısından anlamak ve tanımlamak yerine, eski Hint söylencelerinde yer alan “Kör Adamlar ve Fil” öyküsüne benzer şekilde, genellikle bir konunun değişik yanlarını anlamak ve tanımlamaktan ileri gidememektedirler.
Ortaya çıkan bu sonuç, olasılıkla geçmiş yüzyılın neredeyse başlarına kadar felsefe-bilim ayrımının olmadığı üniversitelerde “üniversitasideali”nin dışlanmasından kaynaklanmıştır.
Günümüzde Batı üniversitelerde bilim (ve eğitim); toplum ve sektörlerin gereksinimlerine göre değil, büyük oranda uygulamalı “doğa bilimcileri”nin ve daha küçük oranda uygulamalı “sosyal bilimciler”in egemenliği ve baskısıyla, (sözde) pazar ekonomisine, bir başka deyişle tekelci sermayeye hizmet eden akademik kapitalizm yaklaşımına uygun olarak yapılır duruma gelmiştir. Doğal olarak anılan değişimler, merkezden gelen esintiler ve hatta dayatmalar doğrultusunda çevre ülkelerine de yansımış. Ancak bu yansıma, Türkiye örneğinde olduğu üzere bilimsel taşeronluk biçiminde ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’de bunun dışına çıkabilen bilimciler de var Bunlardan biri, tarihçi Prof. Dr. Salih Özbaran’dır.
Özbaran, son kaleme aldığı ”Tarihçi ve Doğa (Çözüm bilimin sırtında/Tarih doğanın kucağında)” adlı kitabında doğa-tarih ilişkilerini incelemiş bulunuyor ve şöyle diyor:””Tarih, bilindiği üzere, insanlığın düşünce sistemi içine girdiği zamanlardan günümüze kadar yaşanmış olay ve olguları içermeye çalışan bir bilgi dalı olagelmiştir. Yaşama bir anlam verme gereksinimi duyduğunda tarih yazar tarihçi, konuşturur onu veya görselleştirir insanı/tabiatı… Bu arada tarihçi, yepyeni-aslında hep var olmuş-içinde yaşadığı ortamı, çevreyi,yani bir parçası bulunduğu doğayı da hatırlamıştır;aşağı yukarı yarım yüzyıl içinde-hatta 1970’lerden itibaren-onu geliştirme yollarını aramaya başlamış,alışılagelen kalıpların dışına çıkma gereğini duymuştur.Böylece çevre tarihçiliği onun dünyasına,insan topluluklarının doğa ile-daha doğrusu doğa sistemleri ile-olan ilişkisini ortaya koyma gayreti içine girmiştir”der.
Özbaran, yeni bir tarih alanı olarak “Çevresel Tarih” konularında irdelenmeler de yapar ve “…Kimilerine göre tarihin bir alt birimi değil, disiplinler arası bir medotun ortaya koyduğu bilimdir o:bazılarının geleneksel yorumlarında esas olan iktisadi, sosyal ve siyasal tarihin de tamamlayıcısıdır, “ devrimci bir alandır”,sadece bir canlı türünün çevreyle olan ilişkilerini inceleyen çalışmalar içine zapt edilemez” diye saptamalarda bulunur.
Özbaran’ın özellikle “Çevresel Tarih” için “Devrimci Bir Alandır.” saptaması çok önemli. Türkiye’de de neo-liberal sistemce insafsızca uygulanmakta olan doğanın tahribi, çevre kirliliği ve türlerin yok edilmesi gibi konularda;kirlenmemiş ve duyarlı kent insanları kadar içinde yaşadığı doğal ortamı korumak isteyen milyonlarca kır insanı giderek artan bir düzeyde HES’lere, termil santrallarına ,nükleer tesislerin kurulmasına ,yeni maden ve taş ocaklarına ruhsatlarıgibi çevreyi yok edici girişimlere karşı demokratik haklarını kullanarak devrimci eylem yapıyorlar.
Bu bağlamda Özbaran salt tarihin yazıcısı olmamış. Sözgelişi; doğduğu ve büyüdüğü Turgutlu’da eko-sistemin yıkımına ilişkin” Çaldağı: Kasaba’mdaki Darbe “adlı kitabını kaleme almakla yetinmemiş, militanca eylemde de bulunmuştur.
“Çaldağı” kitabında da Özbaran, çam ağacının kesilen nefesini, yeraltı sularına ve Gediz’e dikilen gözleri, salınan asidin ve toprağa yapabileceği ölümcül etkileri, bilginlerin uyarıları ve son pişmanlığın fayda sağlamayacağını dile getiriyor ve bunun Batı’nın (Avrupa) ekolojik emperyalizminden kaynaklandığı dile getiriyor ve şöyle diyordu:”Aslında biliyordum, öğrenmiştim dünyanın dört bir yanına ulaşan Avrupa’nın ekolojik emperyalizmini:20.yüzyılda ABD’nin okyanuslara açılan donanımlı gemilerinin ettiklerini:tanımıştım “çıkarımız bizi hangi denize,hangi kıyıya, nereye yönetirse, kazanç bizi geniş dünyanın hangi limanına sürüklerse” biçiminde Hollanda’dan ifadelendirilen sömürgeciliği. Tüm bu serüvenler araştırma konularımın sınırlarında geziniyordu.”
Özbaran’ı n“Tarihçi ve Doğa (Çözüm bilimin sırtında/Tarih doğanın kucağında)”kitabı; ”Çözüm Bilimde Tarih Doğada”, “Doğa ve İktidar”,”Bir Başyapıtta Tarih, Doğa ve İktidar”,” Doğa ve Duagü” ve “Atatürk ve Doğa” da oluşuyor.
Son bölümünü “Atatürk”e ayırması bilinçli bir tercih olmuş Özbaran’ın. Çünkü Atatürk, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde gerçekleştirdiği kırsal kalkınmaya çevreci bakışı kazandırmış aynı zamanda. Özbaran, bu bakışın örneklerini vermiş bulunuyor.
Özbaran, “Devrimci bir alandır” olarak nitelediği “Çevresel Tarih”e yeni bir soluk getirmiştir. Kendisini salt bir kuramcı(teorisyen) olarak değil, kuram ile uygulamayı birlikte ele aldığı ve bunu eylemiyle kanıtladığı için de çok değerli buluyorum. Kitabını, çevresel eylem içinde bulanmakta olan herkese öğütlüyorum.
Azim ve Karar, 5 Temmuz 2021