SURİYE’Yİ NE ZAMAN YİTİRDİK?

<strong>SURİYE’Yİ NE ZAMAN YİTİRDİK?</strong>
12 Ocak 2023 11:17
929
A+
A-

Yirmi yıllık AKP iktidarının dış politikasını hoyratlık, öngörüsüzlük ve ilkesizlikle betimlemek hiç de haksızlık olmaz.

On yıldır süregelen Suriye sorununun sonuna geldiğimizi sandığımız sırada iktidardan yana olduğu bilinen, önceki yıllarda kimi etkin görevlerde bulunmuş akademik unvanlı Yasin Aktay’ın şu sözleri umut kırıcı olduğu kadar irkilticidir: “Halep’in denetimi Türkiye’de olmalı!”

Milli Savunma Bakanı ve MİT Başkanı’nın Suriyeli eşdeğerleriyle görüşmelerinin üzerinden çok geçmemişken bu sözlere anlam vermek, tutarlılık aramak olanaksız elbette.

Diğer yandan, iktidarın bu türden ikircikli söylemlerine ve yaklaşımlarına da alışığız.

Örneğin, bir bakan muhalefeti Amerikan seviciliğiyle suçlarken, saraydan birinin NATO ya da Batı güzellemesi yapması hiç de olağandışı bir gelişme sayılmamaktadır artık.

Acı olan gerçek Türkiye’nin 10 yılı geçkin süredir komşu Suriye’nin topraklarında gözü olduğu izlenimi vermiş olmasıdır. Adam yerine konmayacak unsurlarla bağlaşıklık içinde olmamız yanı başımızda bir çıbanbaşı oluşturmanın yanı sıra devlet olarak da saygınlığımızı yerlere düşüren bir tutum olmuştur.

Buna benzer yanlışlığın geçen yüzyıl başında da sergilendiğini anımsamamak olanaksız.

Şam’da konuşlu Osmanlı 5. Ordusunda yaşananlarla bugünküler karşılaştırıldığında tarih yineliyor demek kaçınılmaz.

Mustafa Kemal ve yakın arkadaşı Lütfi Müfit (Özdeş)’in tanıklığıyla aktarmış olalım.

Yıl 1905-1906 Şam’daki Osmanlı ordusu geceleri köyleri basmakta ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olduğu ahaliyi soymaktadır. Ordunun tepeden tırnağa tüm birimleri bu baskınların içindedir. Elde edilen ganimet hiyerarşiye uygun şekilde pay edilmektedir. Böylesi bir düzeneğin dışında kalmak neredeyse olanaksızdır.

Mustafa Kemal ve arkadaşı Lütfi Müfit bu vicdansız ve ahlâksız kurgunun dışında kalmıştır. Mustafa Kemal’in tüm baskılara karşın bu eylemin dışında kalmış olması kendi deyişiyle yarının adamı olmasıyla açıklanabilir.

Bu ürpertici gerçeği çözümlemek gerekirse Osmanlı devletinin o yıllarda bile yıkılmış olduğu saptamasını yapmak yanlış olmaz.

Ahalisinin malında gözü olan bir devlet ve ordu olabilir mi?

Olursa böyle olur!

Bu olaydan sonuç çıkartmak gerekirse, biz Türkler Suriye topraklarını Birinci Dünya Savaşı’ndan çok önce yitirmişiz demektir.

Bu olayın üzerinden bir yüzyılı aşkın süre geçtikten sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin komşu toprağında gözü olduğu izlenimi yaratmış olması da Osmanlıcılık hastalığının ürünü olarak değerlendirilmelidir.

Mustafa Kemal’in kararlılığı ve aklıyla Hatay’ı ulusal ant topraklarına katan Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye’de batağa saplanması Cumhuriyet dış politikası çizgisinden sapılmasıyla da bire bir ilintilidir.

Hatay için yaşamını tehlikeye atan Mustafa Kemal’den Osmanlıcı düşler uğruna askerinin, vatandaşının ve en az onlar kadar önemlisi vatan toprağını tehlikeye atan Suriye serüvenciliğine savrulmak başka nasıl tanımlanabilir?

Osmanlı ordusu kendi vatandaşını soymaya başladığında imparatorluk çoktan yıkılmıştı.

Komşu toprağına göz koyabilen serüvencilikten geriye dönüşe direnenleri görmemek, duymamak dileğiyle…

En küçük eleştiriyi hakaret sayan, farklı düşünceye kolaylıkla hıyanet yaftası asabilen duyarlılığın Halep Türkiye’nin denetiminde olmalı sayıklamasına hoşgörüsü(!) anlaşılabilir gibi olmasa gerektir.

Bundan 100 yıl önce ulusal ant dışındaki topraklardan vazgeçmek akılcılığın gereğiydi. Bugün, ulusal ant sınırları içindeki topraklardan vazgeçmenin akıldışılığın ürünü olacağı akıldan çıkartılmamalıdır.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.