SIĞINMACI MI, MÜLTECİ Mİ? YOKSA…
Ceyhun BALCI
Sayısız sorunun üzerine tuz biber eken Afgan akınıyla ilgili söylentiler çeşitli. Bu çağda iletişimin ve bilgilenmenin bu denli kısıtlı olması ayrı bir çelişki.
Birkaç ay önceye uzanalım!
ABD Başkanlık seçimleri sonrasında Biden’la görüşme üzerinden oluşturulan algı karşı tarafa eşi benzeri görülmemiş kozlar verdi. Bizde kendisini gösteren iktidarın sağlama alınması önceliği diğer tarafa bu “yumuşak karnı” kullanma fırsatı vermiş oldu.
Haziran ortasında muradımıza erdik.
İkili bir araya geldi.
Osmanlı’dan bu yana oluşmuş eğilimler, gelenekler ve devlet anlayışı yerle bir oldu.
Bir yanda Biden diğer yanda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan!
Çevirmen bir hanımefendi!
Çevirmenlikteki etkinliğini ve yetkinliğini tartışmayı bir yana bırakarak “nerede bu devlet?” sorusunu sormak kaçınılmazlaşıyor.
İki kişi arasındaki görüşmenin tek canlı tanığı çevirmen hanımefendi.
Kayıt yok!
Dolayısı ile bellek de!
Bu görüşmede neler konuşuldu?
Ne kararlar alındı?
Hangi yükümlülükler altına girildi?
Tek işittiğimiz Kâbil havaalanının güvenliğini üstlendiğimizdi. Efelenmeyi de göz ardı etmedik. Bu işi üstlenme karşılığı koşullarımız olduğunu ikide bir de yüksek sesle dillendirdik.
Afgan akınını, bu görüşmede ne konuşulduğunu bilemesek de görüşmedeki sözlerden birisi olarak algılamak kaçınılmaz oldu.
Kapılarımız Suriyelilerden sonra Afganlara da ardına dek açıldı. Elbette, insani gerekçelerle!
Afganların aile olmaktan çok genç erkeklerden oluştuğu, yolda sıkıntı çektiklerine ilişkin bir belirti göstermedikleri gözlendi.
Bu arada, konunun uzmanları gelenlerin uluslararası hukuksal konumuna ilişkin çeşitli yorumlar yapsalar da bir karara varamadılar.
Mülteci mi?
Sığınmacı mı?
Göçmen mi?
Sıra dışı bir durum yaşadığımız anlaşıldı!
Bu olayı bir şeylerle bağdaştırmaya çalışırken birden aklıma Guam geldi.
Çeyrek yüzyıl önce ABD, Saddam’dan korumaya çalıştığı yerel işbirlikçilerinden 1500’ünü topraklarımızı da kullanarak Pasifik’teki Guam’a götürmüştü.
Guam adına Macellan’ın tamamlayamadığı dünya turunun duraklarından birisi olarak rastlıyoruz tarihte. Hatta, Macellan’ın adadaki yerlilerin davranışlarına gönderme olarak adaya Ladrones (Hırsızlar) adını verdiği söylenir. Bu noktada “Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış” sözünü anımsamakla yetiniyoruz.
Afgan akınının Biden-Erdoğan görüşmesinin meyvelerinden birisi olduğu anlaşılıyor.
Yumuşak karnını belli eden ülkenin başına gelecekler geliyor bu yolla.
Bu kez Guam gibi kapasitesi sınırlı ve çok uzakta olan bir yerleşime mecbur kalmıyor Afganistan’ı kaçarcasına terk eden ABD. Kara kutularını koruma, kollama konusunda sınırsız bir olanak yakalamış oluyor.
Kâbil havaalanından kalkmak üzere olan ABD uçaklarının içinde ve dışında oluşan görüntüler acıklıdır. Acıklı olduğu kadar da düşündürücü!
Türkiye’ye gelen Afganların içinden seçmece yapılacak ve seçkin bir öbek ABD’ye taşınacaktır. Bunun için yeterli zaman vardır. Gelenlerden kaynaklı ekonomik ve daha da önemlisi toplumsal yük Türkiye’nin sırtına bindirilirken, emperyal güç yakın dostlarını koruma ve kollama insani(!) görevini de yerine getirmiş olacaktır.
Yazının başlığındaki soruya dönecek olursak!
Afgan akınıyla Türkiye’ye ulaşanlara uygun sıfat SUÇ ORTAĞI ya da İŞBİRLİKÇİ olabilir.
Türkiye Cumhuriyeti devlet aklını yitirdiği için tek kişilik iktidara yaşam öpücüğü sunmak uğruna kendisini yeni bir bataklığın içine sokmuştur.
Bundan çok değil birkaç hafta önce Taliban’la dindeşlik üzerinden uyuşma işareti verenlerin ne düşündüğü ve ne yapacağı odaklanılması gereken önemli noktadır.
Bir yüzyıl önce Afganistan’a örnek olan Türkiye’nin günümüzde emperyal taşeronluğunu görev bellemesi acı vericidir.
Azim ve Karar, 18.08.2021