SAKIN KAPIYI ARALIK BIRAKMAYIN… (III)

SAKIN KAPIYI ARALIK BIRAKMAYIN… (III)
8 Ağustos 2022 23:54
985
A+
A-

Cihan Dura

Her şey Atatürk’ün aramızdan ayrılışından sonra, CHP ve DP hükümetleri ile başladı. Ardından 27 Mayıs Devrimi ve devamı… Yaklaşık 25 yıl boyunca iktidara gelenler, yöneticiler Laiklik kapısını zorlamakta birbiriyle yarıştı: Tekkeleri ve türbeleri serbest bıraktılar. Devrimler arasına nifak soktular. Zorunlu din dersleri koydular. Kimi çağdaş kurumları kapattılar. Şeriatçı yetiştiren eğitim kurumları açtılar.Dini siyaset aracı yaptılar.

Bitti mi, hayır, daha neler yaptılar, ne imkânlar tanıdılar Cumhuriyet düşmanlarına. Atatürk “Sakın kapıyı aralık bırakmayın” mı demiş, “farkına varmadan ardına kadar açılır” mı demiş, umurlarında değil, ya kafaları basmıyordu ya niyetleri kötüydü.

Geliyor 1965-1990’lu yıllar… Durmuyor, sürdürüyorlar gafletlerini ve saldırılarını. Adalet partisi hükümetleri, CHP-MSP Koalisyonu, Milliyetçi Cephe Hükümetleri, CHP-Bağımsızlar Hükümeti, AP-MSP-MHP Koalisyonları, 12 Eylül Hükümeti, ANAP İktidarı… Hepsi birbiriyle yarış halinde, yeni darbeler indiriyorlar Laiklik kapısına… Neler yaptılar, neler oldu? İmam-hatiplilere üniversitelere girme hakkı tanıdılar. Devlet dairelerine mescitler açtılar. Atatürk heykellerine saldırılar arttı. İlk kez dinci bir parti kuruldu. Yeni imam hatip okulları açıldı. Dinci ayaklanmalar, katliamlar oldu. Yabancı şeriatçı bir örgütle bağlantı kurdular. Dinci örgütler okullarda cirit atmaya başladı. İmam-hatip liselerini temel öğretim kurumlarına dönüştürdüler. Öğretim birliğini paspas ettiler. Üniversitelerin başına şeriatçı, tarikatçı kimselerigetirdiler.  Üniversitelerde mescitler açıldı, koca koca camiler inşa edildi, türban serbest bırakıldı. Kur’an kursları ve dinî yayınlarda patlama görüldü. Kız öğrenciler tesettüre bürünmeye başladı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez, siyasal İslamcılar iktidara taşındı. Türk Ceza Kanunu’nun din devleti kurulmasını yasaklayan maddesinin kaldırması istendi.

Devam edelim. Görelim, sonra gelenler ne ihanetler ettiler.

DYP-SHP VE RP-DYP KOALİSYON HÜKÜMETLERİ (1991 -1999)

1992/1993’te yeni açılan 23 üniversiteye -üçlü kararnameyle- atanan kurucu rektörlerden 18’i şeriatçı ve tarikat bağlantılı. Bu rektörler zamanında, üniversiteler; birer ‘Osmanlı medresesine, türlü tarikatların kurtlar sofrasına dönüştü. İmam-hatip okullarını bitirenlerin harpokullarına girmelerine engel olan yasanındeğiştirilmesi istendi. Uğur Mumcu bu girişimi eleştiren, “İmam-Subay” başlıklı yazısından iki gün sonra bir suikasta kurban gitti.

Sivas’ta geleneksel Pir Sultan Abdal Kültür Etkinlikleri’nin ikinci günü… Yine bir cuma, yine bir cuma namazı sonrası… Paşa Camii ve diğer camilerden çıkan -çoğu çevre illerden getirilmiş- kişiler hükümet binası önünde toplanarak gösteri yapmaya, sloganlar atmaya başlıyor: “Zafer İslam’ın, Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak!..” Atatürk heykeli tahrip ediliyor. Sloganlar devam ediyor: “Kahrolsun laiklik, Şeriat gelecek, zulüm bitecek, Cumhuriyet yıkılacak, yakın, öldürün.” Sonunda, birbirinden değerli aydın, düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçının bulunduğu Madımak Oteli ateşe veriliyor: 37 ölü…

Birinci Din Şûrası toplandı. Şûra Türkiye’yi hilafet yönetimine götürecek nitelikte kararlarla sonuçlandı. 1995’te yapılan bir mevzuat değişikliği ile, Kur’an kursu açılması için gerekli öğrenci sayısı 20’den 15’e indirildi.

1994-95’te imam-hatip lisesi sayısı 583, öğrenci sayısı 477 bin oldu. Her yıl en az 45 bin mezun veriliyor. Öğretim Birliği Yasası’nda öngörülen “din görevlileri yetiştirme” hedefinin çok ötesine geçen bu okullar, İslamî düzen yanlılarının başlıca çalışma alanı haline geldi. Yüzbinlerce genç beyin buralarda skolastik, hurafeci, çağ-dışı bir kültürle biçimlendirildi. Okullar, kurslar, öğrenci yurtları ve kamplarda yılda 800 bin gence, katıksız ve akla uygun şekliyle değil, hurafelere ve politikaya bulaşmış şekliyle “din eğitimi” verildi. Buralarda ve Kur‘an kurslarında yaşları 12-15 arasında olan öğrencilere “Türkiye dinsiz-laik bir memleket hâline gelmiştir. Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti hâline getirmek için mücadele edeceğime yemin ederim” diye antlar içirildi.

Doğudaki bir üniversitemizin 1994-95 öğretim yılı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Devlet Bakanı tarafından Kur’an’dan ayetler okunarak açıldı. Rektör de, Üniversite’nin İslam dünyasına açılan bir pencere olduğu ve onunla bir bağlantı teşkil edeceği görüşünü vurguladı.

“Etik-dışı anlaşmalar” ile‘Refahyol’ hükümeti kuruldu. Atatürk Cumhuriyeti’nin başbakanlığı 10 Kasım 1987’de Gaziantep’te şu konuşmayı yapabilen bir kişiye teslim ediliyordu: “İktidara gelirsek, başörtüsünü milli kıyafet yapacağız. Her ilçeye bir imam hatip okulu açacağız. Kur’an kurslarının sayısını artıracağız. Lise ve dengi okullarda din derslerinin yanısıra, tefsir ve hadis derslerini de okutarak mânevî kalkınmayı sağlayacağız.”  Aynı şahıs13 Mayıs 1990’da bir RP Eğitim Semineri’nde ise şunları söyleyebiliyordu: “Refah, İslami cihat ordusudur. Hepimiz bu orduya asker olacağız. Sen RP’ne hizmet etmezsen, hiçbir ibadetin kabul olunmaz. Şuurla Refah’a çalışan, cennete gidiyor. Neden? Çünkü Refah demek, Kur’an nizamını hâkim kılmak demektir.”

Refahyol hükümeti; görülmemiş uygulamalarıyla laik devlet ilkesini iyice sulandırdı. Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağına, Atatürk’ün manevi kişiliğine, temel ve ortak değerlerimize, Parlamentomuza saygısızlık yapanları daha da cesaretlendirdi.  Hilafetçi ve çıkarcı kadrolar, bu hükümetin de gözdesi oldu! Hükümet yurtsever ve cumhuriyetçi kadroları tasfiye etti. İrticai hareketlere destek verdi. Siyasal İslamcılara tüm kurum ve kuruluşlarda taban oluşturdu, örgütlenmelerini sağladı. Tarikat liderlerinin, Devlet katında saygı gördüklerini kanıtlamaya çalıştı. Özelleştirme ihalelerinde dinci şirketlere öncelik tanıdı.

Ve DSP’li Başbakan konuşuyor: “İrtica tehlikesi benim kanı’ma göre kaygı verici boyutlara ulaşmış değildir”

28 Şubat sürecinin en önemli ilkesi olan “Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim” yaz aylarında açılması sağlanan Kur’an kurslarıyla delindi. İmam hatip liselerinin, meslekî öğrenim kurumu olma ilkesi bir yana bırakıldı. Bu kurumların mezunlarına polislik gibi kamu hizmetinin en duyarlı alanlarında görev yapma hakkı tanındı.

CHP Genel Sekreteri konuşuyor: “Devletin, gençleri Atatürkçü ve laik doğrultuda yetiştirmesi, imam-hatip lisesi mezunlarının Harbiye’ye girişinin engellenmesi haksızlıktır.”Ve CHP başkanının Altı Ok hakkında söylediği: “O babaannemizin sandığındaki çeyizdir.” Bir CHP Milletvekili: “Ben Atatürk ilke ve devrimlerinin bekçisi değilim, olmak da istemiyorum.”

DİNCİLER TEK BAŞINA İKTİDARDA (2002)

14 Ağustos 2001…Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) kuruldu.

Yenilikçi Hareket’e CIA ajanı Graham Fuller da destek veriyordu. Fuller “Kemalizm’in modasının geçtiği, Türkiye’nin ‘ılımlı İslam’a öncülük etmesi gerektiği propagandasını yapıyor. Bir röportajında “Fazilet Partisindeki gençlerin öne çıkacağı ve Yenilikçi Hareket’in ılımlı İslam’a liderlik yapacağı” öngörüsünde bulunuyordu. Daha sonra şunları söylüyordu: AKP ılımlı İslamcı bir partidir. Daha da önemlisi, dinî değerlerin siyasal yaşamla bütünleştirilmesinin ne anlama geldiğini keşfetmeye çalışan İslamcı bir parti olarak görüyorum AKP’yi...”

Tarih 2002 sonları… AKP katıldığı ilk seçimde, 3 Kasım 2002 tarihinde, en yüksek oy oranını (%34,6)elde eder, 58. Cumhuriyet Hükümeti kurulur. Ancak AKP Genel Başkanı, aldığı siyaset yasağı nedeniyle seçime katılamamış, TBMM’nde ve kabinede yer alamamış, daha önemlisi Başbakanlık koltuğuna oturamamıştır. Derhal bir çözüm bulunur, o tarihe kadar Türkiye’de eşi benzeri görülmemiş bir süreç başlatılır. Cumhurbaşkanı ile, özellikle dönemin CHP Genel Başkanı sürece paha biçilmez katkılarda bulunur. Adeta bir seferberlik ilan edilerek, ana muhalefet partisi CHP’nin de desteklediği bir anayasa değişikliği ile, AKP lideri yasaklılıktan kurtarılır. Bu kişi, 8 Mart 2003 tarihindeki yenileme seçiminde milletvekili yapılarak TBMM’ne girer. Sonuç olarak, Cumhurbaşkanı’ndan hükümeti kurma görevini alan AKP başkanı, 59. Cumhuriyet Hükümeti’ni kurarak 14 Mart 2003′te başbakan olur.Bu sonuca giden yol, içten dıştan katkılarla, bir kuyumcu sabrıyla yıllar boyunca dantel gibi işlenmiştir.

AKP HÜKÜMETLERİ (2002-2021)

AKP lideri, 12 yıl boyunca iktidar ortaklığı yaptığı Gülen Cemaati’nden büyük destek gördü. Birlikte ülkeyi medyadan orduya, eğitimden sağlığa, iş dünyasından sendikasına kadar yeniden düzenlemeye giriştiler.AKP iktidarı kuruluşundan itibaren ABD’den ve Batı’dan da tam destek aldı. Dışarıdan gelen siyasi ve ekonomik destek içeride AKP’nin elini çok rahatlattı. Emniyet denetime alınmıştı. Ordu engeli Ergenekon davalarıyla aşılmıştı. Ardından yargının da işini bitirdiler. İş dünyası çoktan yelkenleri suya indirmişti. Muhalefet ise son derecede etkisizdi.

İktidara geldiği 2002 yılından itibaren, geniş kesimlerin desteğini almak ve dönemin egemenlerini tedirgin etmemek için İslamcı karakterini gizleyen AKP, aradan geçen 17 yılda gerek devleti gerekse de toplumu gerici bir anlayışla dizayn etti. İlmek ilmek ördüğü dinsel kuşatma, toplumda yıldan yıla daha hissedilir bir nitelik kazandı.

Toplumda tarikat-cemaat ağları genişledi. Devletin sosyal karakteri budandıkça, yoksul halk kesimleri üzerindeki etkileri artmaya, emekçi sınıfların, hayat koşullarına isyan etmeyen, şükürcü ve tevekkülcü bir karaktere bürünmelerinde etkili olmaya başladılar. Tarikat-cemaat yapılanmalarınınbu rolleri bürokraside kendilerine sunulan kadrolaşma imkânlarıyla pekişti.Dinci örgütlerin en bilineni olan Fethullahçılar; yargı ve emniyette kritik konumlara geldiler. Orduda da önemli mevziler elde ettiler. Fethullahçıların yanı sıra Menzilciler, Süleymancılar ve İsmailağa Cemaati gibi başka dinci yapılar, birçok bakanlıkta kadro sahibi oldular.

İktidar din eksenli örgütlenmeleri eğitim alanına da soktu. Ensar, İlim Yayma ve TÜGVA gibi kurumlar yürüttükleri faaliyetlerle eğitimde ciddi ağırlık kazandılar. Türkiye’nin dört bir yanında dinsel eğitim fiilen okul öncesi eğitime, hatta kreşlere kadar indirildi. MEB Diyanet işbirliği ile bu kuruluşlarda fiilen dini eğitim başlatıldı. Sözde dindar nesiller yaratma hedefi doğrultusunda fizik ve kimya gibi pozitif bilim kitaplarına dahi dinsel konular yüklendi. Okullara mescit zorunluluğu getirildi. Laboratuvarlar, kütüphaneler mescitlere dönüştürüldü. Sayısı olağanüstü artırılan imam hatip okullarında, kız çocuklarının başını örtmesi için ikna odaları oluşturuldu. Belediyelere ait işletmelerde içki satışına son verildi. Marketlerde saat 22.00’den sonra içki satışı yasaklandı. 

Ve yıl 2017… Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildi. Bu yoldan kurumsallaşan ‘tek adam’ rejimi, dinsel dönüşümün doruk noktası oldu. Laikliği rafa kaldıran, yurttaşlık fikri yerine tebaa kültürünü yaygınlaştırmayı amaçlayan, iktidarını kutuplaştırma üzerine kuran ve muhalif kesimleri “dinsiz” olarak gören AKP zihniyeti; çağdaş demokrasinin ilkelerini hiçe sayarak tüm devleti ‘tanrısal’ yetkilerle donatılmış tek bir adamın şahsına indirgedi. [Türkiye’nin 17 Yıllık Yıkım Tarihi”, Birgün, 3.11.2019]

Bütün bunlar olurken ana muhalefet partisi ne yaptı? Durur mu, o da kervana katıldı. Örnek vereyim. Bir CHP Parti Meclisi üyesi: CHP artık CHP değil. Milliyetçi ve ulusalcı olarak tanımlanamayacağı kesin! Toplumu ayrıştıran sıkan, Atatürk milliyetçiliğidir. BirCHP Milletvekili: Tekke ve zaviyelerin kapatılması toplumu yozlaştırdı, yeniden açılmalı.BirCHP PM Üyesi: Fethullah Gülen bilgedir, saygıyla selamlıyorum.CHP’nin lideri: Türkiye’de laiklik tehlikededir diyemem, böyle bir tehlike görmüyoruz.

Bu sırada öğretim birliğine yönelik saldırı ve tahribat, öğretim birliğini tümüyle çökertme girişimleri daha büyük bir hırsla sürdürülmüş, AKP hükümetlerinin eliyle pek çok zararlı adımlar atılmıştır.

Ana darbe, kamuoyunda ‘4+4+4’ olarak bilinen, 30 Mart 2012 tarihli yasayla sistemin işleyişinin tümüyle değiştirilmesi oldu. Bu saldırıyla, 1739 sayılı yasanın önemli bir unsuru olan “sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim” uygulamasına son verildi. Okullarda karma eğitimi devre dışı bırakan eğilim ve uygulamalar yaygınlaştırıldı.  Kız çocukları neredeyse eğitimden dışlanma konumuna itildi.

Çocukların din eğitimine çok erken yaşta başlatılması ve imam hatip okullarına yönlenmeleri için imkânlar sağlandı. Daha 9 yaşında olan çocuğa, hafızlık eğitimi alması için okulundan izinli sayılması imkânı tanındı. Milli Eğitim Temel Kanunu’na aykırı olarak, dinsel kurum, vakıf ve derneklerin, laik okullarda faaliyette bulunmalarının yolu açıldı. Bu bağlamda Millî Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortak programlar yapmaya başladı. Diyanet İşleri Başkanlığı genel eğitimin ortağı durumuna getirildi. Millî Eğitim Bakanlığı ile yapılan işbirliği protokolleri çerçevesinde çeşitli dinsel vakıflar okullara sokuldu. Denebilir ki, Bakanlık, neredeyse eğitim ve öğretimi dinsel vakıflara bıraktı.

İmam Hatip Okulları klasik liselere, Anadolu liselerine alternatif konuma yükseltildi. Özel düzenlemeler yoluyla öğrenciler imam hatip okullarına yönlenmeye mecbur bırakıldı. Bu okulların sayısı artırıldı. Yurt genelinde 5 bin civarında imam-hatip okulu mevcudu hedeflendi. Bunu gerçekleştirirken yıllardır ilköğretim okulu olarak hizmet veren çok sayıda çağdaş okul, imam-hatip okuluna dönüştürüldü. Mevcut ve yeni açılan imam hatip liselerinin bünyesinde ortaokul kısımları, bazı okulların bünyesinde de imam-hatip şubeleri açıldı. 2021 yılı itibariyle 667 000 öğrenci imam hatip okullarında eğitim görüyordu.

SONUÇ YERİNE

Yazı dizimize bir altın öğütle başladık, bir altın öykücükle de bitirelim.

Yaşlı baba, oğlunu yanına çağırır. “Evlat bir tavuğumuz çalınmış” der, “hırsızı bul ve cezasını ver!” Oğul “tamam baba, hallederim” der, ancak içinden söylenir: “Yahu yüzlerce tavuğumuz var, bir tanesi çalınmış. İşim gücüm yok, onunla mı uğraşacağım.”

Bir süre sonra oğul yine telaşla babasının yanına varır: “Baba, baba!.. Keçimiz ortalarda yok, çalmışlar!” der. Baba sorar: “Tavuğu çalanı buldun mu oğlum? Cezasını verdin mi?” Oğlan ellerini iki yana açıp, “ya sabır” der, keçimiz gitmiş, babamın derdine bak! Bir kart tavuğun hesabını soruyor,” Aradan çok geçmez, çiftliğin en besili ineği de ortadan kaybolur. “İnek de gitti baba” diyerek feryat eder çocuk. Baba, sakince sorar: “Tavuğu çalanı buldun mu? Cezasını verdin mi?”

Zamanla çiftlikte ne var ne yok hepsi ortadan kaybolur. Buğday ambarı boşalır, ağıllar ıssızlaşır. Her seferinde korku ve telaşla babasına koşan delikanlı hep aynı soru ile karşılaşır: “Kart tavuğu çalanı buldun mu oğlum? Cezasını verdin mi?”

Çok geçmez, delikanlı kan ter içinde yine babasının yanına varır. Yaşlı adam artık ölüm döşeğindedir. “Baba” der, delikanlı, “kız kardeşim ortada yok, kaçırmışlar!”

İhtiyar zor anlaşılır hırıltılı bir sesle sorar: “Tavuk hırsızını yakaladın mı, cezasını verdin mi?” Ve devam eder: “Oğlum, eğer sen kart tavuğu çalanı zamanında bulup, cezalandırsaydın, başımıza bunlar gelmezdi.”

*

Ben de sana soruyorum değerli okur, 75 yıldır Türkiye’de yapılanları göz önüne getirerek yanıt ver:

-Baba kimdir?

-Oğul kimdir?

-Çalanlar kimdir?

-Neler çalınmıştır?

-Sonuç ne olmuştur?

Azim ve Karar, 08.08.2022.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.