HEP ÖNÜMÜZE KONULANI MI YİYECEĞİZ?
Süleyman Çelik
13 Nisan tarihinde Ekrem İmamoğlu’na yazdığım açık mektup, Atatürkçü olduğunu öne süren bazı dostları üzmüş, hatta kızdırmış!..
Oysa ben Atatürk’ün bir önerisini anımsatmak istemiştim!..
Atatürk Nutuk’ta der ki “Efendiler, sırası gelmişken, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasınlar!”
Adalet Partisi (AP), 27 Mayıs’tan sonra kapatılan DP’nin ardılı olarak kurulmuş, başına da askerlere karşı kalkan olarak kullanmak üzere bir emekli orgenerali, Ragıp Gümüşpala’yı getirmişlerdi.
1961 Anayasası kabul edildikten sonra yapılan seçimde hiçbir parti tek başına iktidar olabilecek oy alamamış, birinci parti olarak çıkan CHP ile ikinci parti AP, askerlerin de baskısıyla, İsmet Paşa Başkanlığında koalisyon hükümeti kurmuşlardı.
Fakat AP’liler sürekli 27 Mayıs karşıtlığı yapıyor ve Kayseri Cezaevinde yatmakta olan DP’lilerin affedilmelerini istiyorlardı.
Buna karşılık kendimizi 27 Mayıs’ın öncüleri olarak gören, biz üniversiteli gençler de sık sık Kızılay’da AP karşıtı gösteri yapıyor,bu arada bugünkü Soysal Pasajının yerinde bulunan 3 katlı küçük binadaki AP Genel Merkezi’ne, bazı arkadaşlar arada bir taş atıp camının kırılmasına neden oluyordu!..
Gümüşpala 1964 yılında ölünce, partinin başına, Genel Başkan Yardımcısı, “Koca Reis” denilen Saadettin Bilgiç’in geçeceği düşünülüyordu. Ama basında birden, o zamana kadar adı pek duyulmamış olan Süleyman Demirel’den söz edilmeye başlandı.
Basından öğrendiğimize göre, meğer Demirel parti yönetimindeymiş. Ama biz gençlerin yaptığı yürüyüşlerden korkmuş ve şapkasını alıp çıkarak, temsilcisi olduğu Amerikan Morrison firmasındaki işine dönmüş (bu nedenle sonra ona Morrison Süleyman demeye başladık).
Partide genel başkanlık yarışının kızıştığı sırada, Demirel birden cebinden bir fotoğraf çıkardı. Fotoğrafta Demirel, Amerikan Başkanı Johnson’la birlikte görülüyordu. 1962 yılında,Rockfeller bursuyla gittiği Amerika’da çekilmişti. O zaman Başkan Yardımcısı olan Johnson, Kennedy öldürülünce Başkan olmuştu.
Bu fotoğraf ortaya çıkınca muhalif muvafık tüm basın (bir tek Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı YÖN dergisi hariç) Demirelci oldu. Çünkü bunlar, bugün olduğu gibi o zaman da basını kontrolleri altında tutuyorlardı.
Sonunda Demirel, Koca Reis’i yenip AP Genel Başkanı oldu. Oysa daha birkaç ay önce, Kıbrıs’ta Rumların Türkleri katletmesine karşı, Ada’ya çıkarma yapmak isteyen Başbakan İsmet Paşa’ya, aynı Johnson Türk ulusu için onur kırıcı ağır bir mektup yazarak çıkarma yapılmasını engellemişti.
Bunun üzerine İsmet Paşa, “o zaman yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de orada yerini alır” diyerek, “sizin hegemonyanızdan çıkabiliriz” gibi bir laf edince, ipini çektiler ve iktidardan düşürdüler. Demirel, milletvekili olmadığı için Başbakan olamadı. Fakat Başbakan Yardımcısı oldu. Bir yıl sonra yapılan seçimlerde de tek başına iktidar oldu ve böylece “Devr-i Süleyman” başladı!..
12 Eylül sonrasında gidilen 83 seçimlerinde de aynı şeyi yaşadık. Amerika’nın “Bizim Oğlanlar” dediği kudretli generaller, “majestelerinin iktidarı ile majestelerinin muhalefeti” benzeri iki partili bir sistem kurmak istiyor ve güvenilir adamlarına kurdurdukları iki partinin dışındakilere izin vermiyorlardı. Öyle ki İsmet Paşa’nın oğlunu ve bir emekliorgenerali bile veto ettiler. Fakat Amerika’dan dönen Turgut Özal partisini kurdu ve buna dokunamadılar!..
Gene basının da desteği ile seçimin sonucu Amerika’nın istediği gibi oldu ve Özal devri başladı…
AKP’nin iktidara gelişi iyice şeffaf oldu. Daha 1996’da CIA’ya bağlı bir düşünce kuruluşu (think tank) olan Rand Corporation, yazdığı bir raporda “Tayyip Erdoğan Başbakan, Abdullah Gül Dışişleri Bakanı olacak” dedi ve dedikleri oldu!..
Sonuç olarak bugüne kadar hep emperyalistlerin önümüze koyduğunu yedik. Bunun nedeni Atatürk’ün önerisini yerine getirmemiş olmamız…
Öyle görülüyor ki yemeye devam edeceğiz!..
İyi de yaşadıklarımızın asıl sorumluları önümüze konulanlar mı, onları önümüze koyanlar mı?..
Örneğin, fabrikalarımızı ve Cumhuriyetin diğer kazanımlarını kim kapattırdı ya da sattırdı?..
Tarımda kendi kendine yeten 7 ülkeden biri iken bugün neden saman ithal eder olduk?
Yüzyıllardır tütün ihracatçısı iken, bir marka olmuş “Türk Tütünü” bugün neden yok oldu?..
Şeker pancarı yerine, Amerikan firması Cargill’in mısır nişastası şurubundan şeker elde etmemizi kim dayattı?..
Tüm bunlar küresel emperyalistlerin dayattığı neoliberalizmin sonucu değil mi?
Hatta eğitimin dinselleştirilmesi bir parti politikası mı, emperyalist bir politika mı?..
Eğitimin dinselleşmesinin 1948’de Marshall Anlaşmasıyla başladığını, yoksa unuttunuz mu?..
Graham Fuller ve Samuel Huntington gibi CIA bağlantılı yazarlar, Türkçe’ye de çevrilmiş kitaplarında bunu açıkça yazmıyorlar mı?
Son olarak, “aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar bekleyenler”için Einstein’ın ne dediğini biliyor musunuz!?
Azim ve Karar, 22.04.2024