ENES KARA’NIN ARDINDAN…

ENES KARA’NIN ARDINDAN…
11 Ocak 2022 21:53
1.030
A+
A-

Ceyhun Balcı

Her ölüm erken. Hele gençlerinki! Genç ölümlerinin etkileyiciliği bir başka. Önceki etkileyici genç ölüm Eren Bülbül’ün şehit edilmesiydi. Vatanına bedenini siper etmekten çekinmeyen soylu bir ölümdü. Anısı yaşıyor.

Tıp öğrencisi Enes Kara şehit olmasa da toplumsal bir suç sonucu ayrıldı aramızdan. Sıradan bir özkıyım olmadığını ardında bıraktığı Türkiye fotoğrafından anlıyoruz.

O kadar açık ve anlaşılabilir bir fotoğraf ki. İnsanın içini titreten etkileyicilikte.

Böyle durumlarda suçlu kim diye sormaktan kaçınılabilir mi?

Aile, yakın ve uzak çevre ve elbette devletin başındakiler.

Enes Kara evladımız yobazlığa varan bir tutuculuğun egemen olduğu ailesini açıklıkla irdelemiş geride bıraktığı mektupta. O karanlıkta kendi ışığını korumuş olsa da bu duruşunu sürdürmesine izin vermeyecek denli sert ve ödünsüz bir aileden söz etmiş. Aile kendi duruşuyla uyumlu bir barınma olanağı sunmuş Eren’e. Buna olanak değil de zorunluluk demek çok daha doğru olur.

Bir hekim adayı her sabah erkenden güne başlıyor. Yapmaması gereken ne kadar eylem varsa yapmak zorunda olduğu bir ortama uyanıyor üstelik.

Enes bu zorunluluğu duyan tek evladımız mıydı?

Elbette değildi!

Ama, Enes’i sayılamayacak kadar çok yaşıtından ayıran, bu kalıba girmeme kararlılığıdır mektubundan anlaşıldığınca. Oysa, karanlığa başkaldırmak o karanlığı yerine kabullenmiş olsa yaşadığı zorlukların farkına bile varmayabilirdi. Hiç kuşkusuz doktor diplomasını da şu ya da bu şekilde alırdı. Diplomasına karşın hekim olur muydu? Bu ayrı konu ama, böylelikle yaşamla barışık(!)(yaşayan ölü olarak da okunabilir) olmayı sürdürebilirdi. Enes, yaşadıklarını kendisine yakıştıramadığı için bir çıkmaza girdi. Tüm çıkış yollarının kapalı olduğu, karanlık ve aşılmaz duvarlarla çevrili bir çıkmaza. Ölmeyi seçti. Onun bulunduğu yerden bakıldığında yaşamaktan kurtulmuş oldu. Yazdıkları özenle okunduğunda yaşamak Enes’in sırtındaki en ağır yüktü belli ki.

Enes’in içine düştüğü umarsız durumla ilgili olarak barınmak zorunda olduğu yobaz tarikat ortamının payı kuşkusuz hiç de az değildir. Tarikati suçlayan birkaç aşağılayıcı söz söyleyip geçmek kolaycılık olur.

Tarikat gibi çağdaşlıkla uzaktan yakından ilintili olmayan, olamayacak olan ve o karanlık odaklarını var edenlere, özendirenlerebir çift söz etmeden geçemeyiz.  Bu değiniden uzak kaldığımızda varlığında yapamadığımız görevi Enes’in yokluğunda da yapmaktan kaçınmış oluruz.

Burada devlet neden var sorusu işimizi kolaylaştıracaktır.

Berlin Duvarı yıkıldıktan, sosyalist blok çöktükten sonra belletilenler ezberimizde olmalı. “…devlet kasaplık, celeplik, manavlık bakkallık yapmamalı…”yla başlayan sayısız özlü söz okumuşuzdur, işitmişizdir.

Hepsi bir yana!

Devlet hiç olmazsa güvenlik için, yargı için, eğitim için, sağlık için var değil midir?

Devletimizin bu alanlardaki görevlerinin hemen hiç birini yapmadığını üzülerek saptarız son 40 yıl boyunca.

En üsteleyici olduğu güvenlik başlığında bile yalpalayan bir devlet vardır karşımızda.

Gün gelince terörle masaya oturan.

Bir başka gün geldiğinde teröriste kucak açan, çadır mahkemeleri kuran, bir Cumhuriyet bayramında eli kanlı ve silahlı katilleri sınırlarımızdan geçirerek onlara selâm duran! Güncel örnek bile yeterince etkileyici değil mi? Terör kampında teröristle aynı karede olmaktan rahatsızlık duymayan milletvekili sıfatlının edimi karşısındaki sessizlik ve edilgenlik görmezden gelinebilir mi?

Acısı tazeliğini koruyan Eren Bülbül’ün şehadetinde bu ve benzeri yalpalamaların ve aymazlıkların payı yadsınabilir mi?

Yargının hali ortada! Artık buyruk bile gerekmiyor güdülenmesi için. Yargı neredeyse tümüyle nasıl davranması gerektiğini öğrendi. Gereğini yapıyor. İktidarla al gülüm ver gülüm ilişkisi içinde rahatına bakıyor.

Ya eğitim?

Enes’in trajedisinde eğitimi görevi olmaktan çıkartan devletin payı görmezden gelinemeyecek denli büyüktür.

Tıp fakültesine girme yetkinliğindeki bir gencimizi karanlık kafalıların insafına bırakacak kadar uzaktır devletimiz eğitim, öğretim ve onun ayrılmaz parçası olan barınma etkinliklerinden.

Enes’in hatası kalıba girememekti. Ya da kalıba girmekten kaçınmak! Başkaldırmak!

Tarikat barınaklarında okuldakinden çok zaman geçiren gençlerimizin buralarda kalıba sokuldukları kuşku götürmez gerçek. Bir şekilde kalıba girenlerin yaşamı sürüyor. Ama, nasıl bir yaşam? Acı veren, yük olan!

İnsanı kendisi dışındaki türlerden ayıran temel özellik olan özgürlük tutkusu ve özsaygı Enes’in peşini bırakmadığı için artık aramızda değil.

Tarikatleri, cemaatleri ve başka feodal yapıları özgürlüğün gereği sayan demokratları bulup da sorabilsek!

Yaptığınızı beğendiniz mi?

Bir de “Lâiklik tehlikededir diyemem!” edilgenliği vardı. Belki de haklıydı bugünden bakıldığında. Olmayan şey nasıl olur da tehlikeye girerdi?

Enes Kara’nın yokluğundan bir dizi düzenek, kişi, kurum ve oluşum sorumludur özetle.

Tüm bunlar olurken sessiz kalarak suça ortak olan her birimizin sorumluluğu da göz ardı edilemeyeceğine göre suçlu ayağa kal dese birileri, tüm ulusun harekete geçme gereği ortadadır.

Affet bizi Enes Kara diyerek basmakalıp davranmak istemem!

Özgürlüğünü ve çağdaş yaşam tutkunu koruma çabalarında yanında durmadık.

Ülkenin her geçen gün kararan ortamını değiştirme yolunda yurttaş olarak üzerimize düşeni yerine getirmedik.

Enes Kara’nın ölümü acıklı olsa da, geride kalan bizleri acılara boğsa da ardında bıraktığı gözü pek duruşla çoktan tarihe geçti.

Anısına saygıyla…

Azim ve Karar, 11.01.2022

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.