BU VATAN KİMİN?
Mustafa Kaymakçı
“Bu Vatan Kimin?” şiiriyle Orhan Şaik Gökyay; tarih boyunca vatanı için mücadeleye girişen ve bu mücadeleler sonucunda çocuklarını yitiren Türk milletinin vatanına, bayrağına kısaca kendini özgür ve bağımsız bir millet yapan etkenlere sahip çıkışını haykırmıştı.
İlk dörtlüğünde Şair: “Bu vatan toprağın kara bağrında/ Sıradağlar gibi duranlarındır./ Bir tarih boyunca onun uğrunda/ Kendini tarihe verenlerindir “ demişti.
Şimdi soralım, günümüzde atalarımızın bize bıraktığı vatanımızın nimetleri gerçekten bizim mi?
Vatanımızın nimetlerinden Batı’dan Bulgar ve Yunanlar, Doğu’dan İranlı ve Gürcüler, Güney’den zengin Araplar, Güney’den Araplar, turistik tesislerimizden Batılılar mı yararlanıyor?
Gazete haberlerinden Türk Lirası’nda yaşanan değer kaybıyla birlikte Batı’dan Bulgar ve Yunanlar, Doğu’dan da İranlılar ve Gürcüler, Güney’den zengin Araplar yerel pazarlarda ve alışveriş merkezlerinde mallarımızı neredeyse haraç-mezat alıyorlar. Tam bir alışveriş çılgınlığı yaşanıyor.
Mal almalarını yetmiyor. Türkiye’nin her kentinde konutlara hücum da olmuş .
Söz gelişi, döviz kurundaki artış Edirne’de konut fiyatlarının artmasına neden olduğunu öğreniyoruz.
Edirne Emlak Müşavirleri Derneği Başkanı Serhat Çeker, özellikle Yunanistan’da yaşayanların konut satışlarını artırdığını belirtirken, Bulgaristan’dan gelenlerin ise köy evleri gibi daha sakin bölgeleri tercih ettiğini söylemiş.
Edirne dışında Yunan vatandaşlarının mobilya, gelinlik ve çeyiz için nakliye masraflarını bile dikkate almaksızın İzmir’e de geldikleri biliniyor.
Benzer durum Doğu Anadolu’da da geçerli imiş.
Türk Lirası’nın değer kaybetmesi ile 1 Gürcistan larisi 4 Türk lirası oldu. Türkiye’ye alışverişe gelen Gürcistan vatandaşı turist sayısı artmış. Türk lirasının Gürcistan larisi karşısında değer kaybetmesiyle, Gürcüler akın akın Artvin’e geliyormuş. Gürcistan vatandaşı Merab Kakidzi, “Yağ alıyoruz, ucuz oluyor. Peynir alıyoruz, pirinç alıyoruz, her şeyi alıyoruz” demiş.
Diğer yandan Türkiye’nin en güzel turistik nimetlerinden de yok pahasına Avrupalıların ve Arapların yoğun olarak yararlandıkları biliniyor. Bir Alman vatandaşı, Antalya’da 5 yıldızlı otellerde sudan ucuz bir şekilde tatil yapabiliyor. Sorarım Size, bırakınız asgari ücrete talim yapanları, Türkiye’de en yüksek düzeyde maaş alan bir kamu görevlisi bile bu otellerin önünden geçmek istemiyor.
Burada sırası gelmişken, örgütlenmiş gelişmiş ülke emekçilerinin bir kesiminin emperyal sömürüden pay aldıklarını, az gelişmiş ülke emekçilerini egemen sınıflarının yanısıra onların da sömürdüklerini anımsayalım. Ancak, Avrupa Birliği ülkelerinde 1,5 milyondan daha fazla, ABD’de de 50 milyon insanın yoksulluk içinde ve evsiz yaşadığını da unutmayalım.
Vatandaşlarımız ne diyor?
Bu durumdan yine gazete haberlerinde vatandaş Hakan Ustabaş’ın “paramız pul oldu” şekilde tepki göstermiş olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.
Ustabaş, şunları söylemiş: “İnsanın gerçekten üzüldüğü bir noktadayız, yani gerçekten üzülüyorum. Adamlar Gürcü parası 100 lari, 550 TL şu anda bütün süpermarketleri yağmalıyorlar. Girdim aldığım ürünleri zor buldum bak. Bunları zor buldum. Yetkililere söylüyorum. Bir üründen 3 tane, 2 tane alsınlar 10 tane 20 tane almasınlar. Biz de alalım, biz de bu ülkenin vatandaşı değil miyiz? Bulgarlar Edirne’yi rehin almış, Iğdır’ı Azeriler rehin almış, burayı Gürcüler rehin almış. Ülkemizin bu noktaya gelmesine üzülüyorum, bir an önce çare bulunsun.”
Kemalpaşalı Refiye Karaşa da “Tamam güzel de her şeyi satın alıyorlar. Yarın stoklar bitecek biz ne yiyeceğiz” diye tepkisini göstermiş.
Vatanımız Neden Bu Duruma Geldi?
Bu sorunun cevabını yönetim yetersizliği ile geçiştirmek olası değil.
İçinde yaşadığımız süreç, zengin ya da metropol sermayenin kârlılıklarını sürdürmek için uyguladıkları yeni-liberal politikaların Türkiye’ye yansımasının bir sonucu. Bu amaca yönelik olarak, dünya ekonomileri tek bir pazara dönüştürülmek istenmekte. Bu da ulusal devletlerin denetim güçlerinin yok edilmesi, en azından sınırlandırılmasıyla olası.
Türkiye, tekelci şirketlerin güdümünde yeni-liberal politikaları uygulamaya çalışıyor. Bu bağlamda “Ekonomiyi ne kadar liberalleştirirsek piyasa dinamikleriyle kendiliğinden kalkınırız. Liberalleşme olmazsa, yabancı sermaye de gelmez” gibi fikirler kamuoyuna pompalanmakta.
Neredeyse herkes liberal olmuş.
Devletçi olanları bile fikirlerini örtük bir şekilde belirtir duruma gelmişler. Ancak bugünün gelişmiş ülkelerinin liberal küresel sistem ile değil, güdümlü ve koruyucu bir ekonomik düzenle bu düzeye geldiği unutturulmuş .
Kimileri Türkiye’de uygulanan modelin bilimsel olarak hiçbir dayanağı olmadığını söyleyerek aslında yeni-liberal sistemi görmezlikten geliyor. Model, yukarıda da değinildiği üzere zengin ya da metropol sermayenin kârlılıklarını sürdürmek için uyguladıkları yeni-liberal politikaların Türkiye versiyonu. Model,ithal ikameci ekonomi politikalar yerine, düşük ücretli işgücü ile düşük katma değerli ihracata dayalı bir ekonomi politika.Üstelik bu modelde ihracatın yüzde 75-85’i de ham madde ve ara malı açısından dışa bağımlı.
Bu tespiti yapmakta yarar var. Çünkü“geçmişi bilmeksizin ve hesaplaşmaksızın geleceği kuramayız.”
Bütün bu durumlar dikkate alındığında, Türkiye gibi çevre ülkelerinin dünya pazarlarına devletin öncülüğünde ya da kamu ağırlıklı firmalarla çıkabilme ve rekabet edebilme olanağının olduğu gözlemlenmekte. Bir başka deyişle “dış ve iç sömürüye yeni-liberal politikalara karşı çıkarak son verilebilir”görüşü hayata geçirilmeli.
Yinelenirse dış ve iç sömürüye karşı çıkmanın cevabı,”yönetim yetersizliği ya da biz daha iyi yönetiriz ile verilemez” derim. Bunun cevabını böyle vermek, halkımızı yanıltılmaktan öteye gitmez.
2022 yılında, başta halkımızın olmak üzere dünyanın bütün emekçilerinin daha eşitlikçi, sömürünün, savaşın ve doğal afetlerin olmadığı güzel bir dünyada yaşamalarını diliyorum.
Azim ve Karar, 27 Aralık 2021