ATEŞ VE İHANET
AKP genel başkanının 20 Temmuz 2021 tarihinde KKTC ziyaretinde, Türkiye’nin Afganistan’ın Kâbil Havalimanı’nın güvenliğinin sağlanması ile ilgili soruya verdiği yanıt ilginç ve şaşırtıcıydı. Yaptığı açıklamada şunları söylemişti: “Nasıl ki ABD ile bazı görüşmeleri Taliban yaptıysa, Taliban’ın bu görüşmeleri Türkiye ile daha rahat yapması lazım. Çünkü Türkiye’nin onların inancıyla alakalı ters bir yanı yok, onlarla bu konuları daha iyi görüşebileceğimize ihtimal veriyorum.” Bu açıklama, nereden bakılırsa bakılsın her yönüyle tutarsız ve gerçeği yansıtmayan bir açıklamadır.
Öncelikle Türkiye laik bir devlettir, asla Taliban ile ortak bir düşünce birliğine sahip değildir; İslam dinine bakış açıları da farklıdır. Taliban denen terör örgütü kadınlara tecavüz eden, çalışan kadınları öldüren, kız çocuklarının okumasını yasaklayan ve onları satan vahşi bir terör örgütüdür. Taliban, insan haklarına karşıdır, vahşet derecesinde infazlar yapmaktadır, hedefleri şeriat devleti kurmaktır. Teknolojik aletleri batı icadı diye yakan yontma taş devri barbarları bu bağnaz örgütün inancıyla, hiçbir benzerliğimiz olamaz.
Anayasada, Türkiye’nin “laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu yazdığı sürece AKP genel başkanının Türkiye’yi temsilen yaptığı bu açıklama anayasaya aykırıdır. Çünkü “Türkiye’nin inancı” diye bir ifade gerçek dışıdır; ülkenin inancı olmaz, bireylerin inancı olur. Ülkemizde İslam dini dışında farklı inançlara sahip ve ayrıca dini inancı olmayan vatandaşlarımızın da olduğu unutulmamalıdır. Afganistan’da Hizb-i İslami adı verilen hareketin başı İslamcı terörist Gülbeddin Hikmetyar’ın dizinin dibinde fotoğraf çektirenler, kendilerini Taliban’a yakın görebilirler. Ancak o fotoğrafın, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okumak anlamına geldiği de bilinmelidir.
Suriye’den gelen milyonlarca kişiden başka şimdi de Afganistan’dan gelenler gündeme oturdu. Afganistan’dan kalkıp, yaklaşık 2500 km yol geçerek İran sınırımızdan kitleler halinde yurdumuza giren Afganlıların hepsi genç erkek. Taliban’dan kaçtıkları bildiriliyor ama asıl kaçması gereken kadınlar, gelenler arasında yok. Gelenler arasında kadınların ve çocukların olmaması, büyük bir kuşku ve şüphe uyandırmaktadır. Aslında bu Taliban’dan ya da savaştan kaçışa benzemiyor çünkü yanlarında aileleri bile yok. Belirli bir düzen içinde planlı olarak ülkemize geliyorlar. Sanki askeri bir sevkiyat başlamış gibi bir durum var.
Suriye’den ve Afganistan’dan gelenler ülkemizin sosyal dokusuna kesinlikle uygun değildirler. Türkiye’nin demografik yapısı bilinçli olarak bozulmaktadır. Ortaya çıkan bu durum bir ulusal güvenlik sorunudur. Emperyalizmin bölgede ulus devletler üzerine servis ettiği büyük bir projedir. Duygusal yaklaşım ve vicdan sömürüsü yerine bilimsel gerçekliğe dayanan Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda kararlı ve bilinçli adımlar atılmalıdır. Ülkemizin yok edilmesi için planlı ve sinsi bir oyun oynanmaktadır. Gözümüzün önünde vatanımız işgal edilirken, algı yönetimiyle sürekli uyutulmaktayız.
Geçen hafta çıkan ve çıkarılan orman yangınları, planlı Afgan istilasını şimdilik gündemden düşürmüştür. Ülkemizin birçok kentinde çok sayıda ve eş zamanlı olarak başlayan orman yangınları, toplumumuzu derinden sarsmıştır. Bu yangınlarda küresel ısınmanın, siyasi iktidarın özelleştirme politikalarının, duyarsız vatandaşların ve maddi çıkar sağlamak isteyenlerin etkisi olduğu bellidir. Ancak PKK terör örgütünün ve siyasi uzantısının basına da yansıyan bazı sözlerine baktığımız zaman, bu yangınların bir kundaklama olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında siyasi iktidarın da aynı yöntemleri kullanacağı bilinmelidir.
Birçok kentte, birçok noktada eş zamanlı olarak orman yangını çıkması ilginçtir, şüphelidir. Tablo bu kadar açık ve net iken, ülkemizde bazı kişi ve kurumların bu son orman yangınları karşısında sessiz kalmaları ya da hedef saptırmaları düşündürücüdür. Yaşadığımız bu orman yangınlarını terör eylemi değilmiş gibi göstermeye çalışanlar, ihanetin içinde ya da destekçisi konumundadırlar.
Siyasi iktidarın demokratik ve laik cumhuriyetimizle hesaplaşma içinde olduğu bilinen bir gerçektir. Bölücü terör örgütünün de kendi adına bu hesaplaşmadan pay çıkartmaya çalıştığı bilinmektedir. Bütün bunlar ortadayken, saf bir iyimserlikle nereye varacağız?
Henüz orman yangınları devam ederken 28 Temmuz tarihinde yürürlüğe giren bir kanunla, kıyılar başta olmak üzere orman alanlarındaki yapılaşma tasarrufu Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkisine bırakıldı. Hangi alanların kapsama gireceği ise doğrudan cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek. Böylece orman arazilerinin Turizm Koruma ve Gelişim Bölgeleri adı altında turizm yatırımcılarına açılması hedeflenirken, kıyıları da halkın ücretsiz kullanması zorlaştırılıyor. Yangından mal kaçırmak ya da yangından nemalanmak buna denir.
Ormanlarımızı koruyamıyoruz, yaylalarımızı, dağlarımızı, kıyılarımızı, denizlerimizi, göllerimizi, nehirlerimizi, doğal güzelliklerimizi, yer altı ve yer üstü zenginliklerimizi koruyamıyoruz. Çocuklarımızı, kadınlarımızı, insanlarımızı, diğer canlılarımızı koruyamıyoruz. Laik cumhuriyetimizi, hukuk devletimizi, demokrasimizi koruyamıyoruz. Atatürk ilke ve devrimlerini, tam bağımsızlığımızı koruyamadık. En büyük yanlışımızı eşsiz liderimiz Atatürk’ümüze sahip çıkamayarak yaptık. Atasını koruyamayan, vatanını koruyamaz.
Azim ve Karar, 2 Ağustos 2021.