ATATÜRK GİBİ OKUMAK
Ceyhun Balcı
Bu 10 Kasım’da Atatürk’ü kitap ve okuma tutkusuyla analım ve anlayalım. Bu tutkunun bizleri başka noktalar görmeye zorlaması kaçınılmaz olacak.
Atatürk’ün okuduğu kitaplar son yıllarda artan ilgi odağı olmayı sürdürüyor. Anıt Kabir Derneği yayını olarak 24 ciltlik önemli yapıt okurların ilgi alanındaydı. Son olarak bu kitabın e ortamda kitlelerin kullanımına açılması çok olumlu bir gelişmedir.
https://www.anitkabir.com.tr/icerik/9/kitap-yayinlari
Dört bine yakın kitaptan söz ediyoruz.
Bu kadar kitabı, bunca uğraş arasında okumuş olabilir mi sorusuna da yanıt veriyor bu yapıt.
Her türden kitabın yanı sıra Ata’nın dil, tarih ve coğrafyaya özellikle ilgi duyduğu anlaşılıyor.
Bu ilginin Ankara’da açılan ilk yüksek okullardan birisi olan Dil, Tarih ve Coğrafya fakültesiyle kendisini gösterdiğini biliyoruz. Bu yapının “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!” sözüyle taçlandığını da.
DİL
Dille başlamak gerekirse, Ata’nın yüzyıllar boyunca itilip kakılmış Türkü ve Türklüğü ayağa kaldırmada dili bir kaldıraç kolu olarak kullandığını görüyoruz.
Sarayda konuşulan ve sınırlı sayıda insan dışında kimselerin anlamadığı Arapça-Farsça kırması Osmanlıca’ya karşılık Yunus’un, Karacaoğlan’ın, Pir Sultan’ın arı ve duru Türkçesi imparatorluğun hemen her yerinde halkın konuştuğu dildi. Sarayın Osmanlıcasına karşılık yüzyıllar boyunca halkın dilinde canlı kalabilmişti. Atatürk, derin dondurucu işlevi gören halkın dilinde saklanmış, yaşatılmış Türkçe’yi yaşama döndürerek başladı işe.
Yazı Devrimi bu başlangıcın sağlam ilk adımıdır.
Bakmayın siz yobazların “Harf devrimi geçmişimizle bağımızı kesti” sayıklamalarına. Yazı devrimi yapıldığında okuryazarlık oranı % 10’u bile bulmuyordu. Harf devrimiyle birlikte okuryazarlığın geometrik artışı başka söze gerek bırakmayacak denli ortada olduğuna göre bu tartışmaya girmek bile gereksizdir.
Bilindiği gibi matbaa bizim topraklarımıza yaklaşık 300 yıllık gecikmeyle geldi. İlk matbaadan başlayarak harf devrimine dek geçen yaklaşık 200 yılda basılan kitap sayısı 35 binken, harf devrimini izleyen 15 yılda basılan kitap sayısı neredeyse önceki 200 yılı yakalamaya yaklaşarak 31 bini aşmıştır.
Yazı devrimi diğer yandan din devriminin önünü açan bir nitelik de taşıdı.
Dünyanın Türkçe dışındaki tüm dillerine çevrilen Kur’an Türkçe okunabilecek ve dolayısı ile de anlaşılabilecekti. Anlaşılınca olacakları anlatmaya gerek var mı?
Bu arada, 1932’den başlayarak Türkiye Cumhuriyeti’nde Türkçe ezan yankılanmaya başladı.
“Yeter söz milletin!” savsözüyle iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk yaptığı iş oldu 16 Haziran 1950’de Türkçe ezandan vazgeçmek.
Devrim Türkçe ezansa karşıdevrim Arapça ezana dönüştü.
TARİH
Tarih alanındaysa bir yandan Türk tarihinin üzerindeki kalın şal kaldırılırken diğer yandan son Türk yurdu Anadolu’daki tarihin araştırılması, günyüzüne çıkartılması çalışmalarına hız verildi.
Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu bu sıçramanın sağlanacağı bilimsel kurumlar olarak yaşamımızda yer aldı.
Ankara Ahlatlıbel’de ve Çorum Alacahöyük’te arkeolojik kazılara eşlik eden bir Cumhurbaşkanı vardı Türkiye’nin. Atatürk Türk Dil Kurumu’na olduğu gibi Türk Tarih Kurumu’na da sağlam gelir kaynakları bırakarak bu kurumların yaşamını güvence altına aldı.
COĞRAFYA
Coğrafyada sağlanan gelişmeler bir kültür devrimine hizmet etmesinin yanı sıra hayat bilgisi dersi verdi bizlere.
Anadolu yarımadasının yeryüzünün en depremsel yerleşimlerinden birisi olduğu anlaşıldı böylelikle.
Cumhuriyetin 100. Yılında 50 bin insanımızın (resmi sayılara göre) depreme kurban verilmiş olması bu dersi iyi çalışmadığımızın göstergesi olarak da algılanmalıdır.
Coğrafyada Sırrı Erinç’le, yerbilimde İhsan Ketin’le başlayan uyanış günümüzde Türkiye’yi her iki alanda küresel ölçekte söz sahibi yapan noktaya evrildi. Bu evrilmeye, gelişmemeye kararlı politikacılarımız da eklenmiş olsa depreme bunca canımızı verir miydik sorusunu sormakla yetinelim.
KÜLTÜREL SIĞLIK
Atatürk’ün en büyük eseri Cumhuriyet’e 100. yaşında bakıldığında pek çok alanda hiç kuşkusuz görkemli birikimler olduğu görülebilir.
Bu bakımdan değerlendirildiğinde siyasetimizin ve ona eşlik eden siyasetçilerimizin kuraklığa eşdeğer bir yoksunluk içinde olduğu görülür.
Kültürel sığlık ve entelektüel yetersizlik olarak da tanımlanabilecek bu duruma son çarpıcı örneklerden birisi Ayasofya’nın camileştirilmesi sırasında yaşananlar olmalıdır.
Kültürel sığlığa, entelektüel yetersizliğe eklenen ivedi başarı arayışının sonucu sayabileceğimiz Ayasofya konusunda iktidarın eğilimi tartışmasız şekilde bellidir. Buna karşılık, muhalefetin bu konudaki edilgenliği anlamlı ve önemlidir. Ayasofya’yı camileştirmenin, temelinde kültür harcı bulunan Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsma ve elbette kurucusunu örseleme anlamına geleceği tek bir siyasetçi tarafından dile getirilmediği gibi Ayasofya’da yapılan açılışa çağrı beklenmesi de bir o kadar acı verici olmuştur.
Atatürk’ü andığımız kadar anlamadığımız da bu ürpertici davranışla bir kez daha kendisini göstermiştir.
Atatürk’ü anlamayı anmak kadar önemsemek gereği ortadadır. Atatürk gibi okumakla olasıdır onu anlayabilmek.
Ata’yı yokluğunun 85. yılında saygıyla anarken, Cumhuriyeti bir kez daha kurmanın ancak onu anlamaktan geçtiğini bir kez daha vurgulayarak…
Azim ve Karar, 09.11.2023