ARABA SEVDAMIZ
Türkiye’yi yönetenlerin gündelik “başarı açlığı” bilinmeyen bir durum değil. Karadeniz’de gaz, ülkenin bir başka yerinde altın ya da benzeri değerli maden bulmak hep bu açlığın yaşamımıza yansıyan örnekleri. Hep hazıra konmak, fazlaca çaba ve emek gerektirmeyen yollarla gönence erişmek.
Birkaç yıl önce alevlenen “araba sevdamız” belleklerdedir. Ne durumdadır? Söylenirse ve elbette söylenenler inandırıcı olursa bilinecektir.
Oysa, Cumhuriyet’in daha yolun başında uçak ürettiği anımsanırsa çıtanın oldukça yükseklerde olduğu anlaşılacaktır.
Bundan 60 yıl önce birkaç ayda üretilen Devrim otomobili serüveni önünde saygıyla eğilmeyi gerektiren sıçramadır. Bu sıçramaya katkıda bulunan her kesimden insanın anısı önünde saygı duruşuna geçmek göz ardı edilmemesi gereken bir görevdir. Devrim otomobilinin başına gelenlerin Türkiye’nin başına da geldiği düşünülürse ibretlik ders de alınmış olur.
TOGG (Türkiye Otomobil Girişim Grubu) marka çiçeği burnunda otomobilimize dönecek olursak!
İnsanlığın yakın gelecekte otomobil gibi bir nesneye ilgi göstermeyeceği ortadadır. Dolayısı ile geleneksel otomobil üretmenin günümüz koşullarında getiri sağlaması da başarı sayılması da söz konusu olamaz.
Diğer yandan ise TOGG ileri sürüldüğü gibi “yerli ve milli” midir? Bu da epey su kaldıracak türden bir tartışmadır.
Kısacası TOGG bağlamında harcanan enerjiye, zamana ve paraya yazıktır. Tek kişilik hevesin doyurulmasından öte anlam taşımayan bu projeye katılmak zorunda kalan şirketlerin de benzer duygular içinde olduklarını kestirmek güç değildir. Ama, günümüz Türkiye ikliminde böylesi duyguları içtenlikle paylaşmanın da neredeyse olanaksız olduğu açıktır.
Yerde yürüyenini başarmış olmalıyız ki!
Araba sevdamız “uçan otomobil”e evrilmiş durumdadır.
Bağlantıya göz atınca bu çılgın projeye yönelik eleştiride bulunan Naci Görür hocaya yönelen kaba ve ölçüsüz tepkiyi okumuş olacaksınız. Haberi okuyunca bir yandan öfkelendim. Diğer yandan ise yüreğim burkuldu. Kendi değirmenlerine su taşıyan akademisyenleri göklere çıkartanların eleştirel olanlara yönelik kaba tepkileri ibretlik olmanın da ötesindedir.
Otomobilin yerde yürüyeni çok geçmeden ilgiden yoksun kalacağına göre uçanının ya da kaçanının ilgi çekmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Sürücüsüz motorlu taşıt çağında uçan otomobil de kuşkusuz yaşama geçirilebilir bir erektir.
Ancak, bu çılgın projeyi bizler yaşama geçirebilir miyiz? Kanal İstanbul gibi kazma, kürek ve bir noktada kaba güce dayanan işleri başarabilirliğimiz konusunda en küçük kuşku yoktur. Uçan otomobil ise bambaşka bir olgudur.
Bilgi ve bilişim çağına uygun insan kaynağı gerektirmektedir.
Bizde bu kaynak var mıdır?
Bir buçuk yıldır baş etmeye çalıştığımız salgın ortamında yaşadıklarımız soruya yanıt bulmamıza yardımcı olabilir.
Bir buçuk yıldır çocuklarımız okula gidemediler. Uzaktan eğitim-öğretim kandırmacası bir yana bırakılırsa bu alanda bir arpa boyu yol alınmadı.
Yönetenlerin edilgenliği ve beceriksizliği bir yana bırakılır da öğrencilerin ana-babalarının eğilimine bakılırsa bu süreçte gündemdeki tek tartışma okul paraları tam mı yarım mı ödenecek çevresinde oluşmuş durumdadır. Laik eğitimin tarihe karıştığı devlet okullarından çocuklarını uzak tutmak isteyenlerin salgının da etkisiyle ağırlaşan ekonomik koşullarda bu tartışmayı yapmaları elbette eleştirilebilir. Ama, bu tartışmaya zorunlu olmak da bir o kadar can yakıcıdır. Kişilerden çok devlet sorumludur bu olmaması gereken tartışmanın gündeme düşmesinden.
Durum bu denli ortada ve olumsuzken Türkiye “uçan otomobil” yapabilir mi?
Bu yenilikçi teknolojiyi üretecek insan kaynağını yetiştirebilir mi?
Bakan Varank’ın Naci Görür’e yönelen kaba ve ölçüsüz tepkisi yukarıdaki sorulara yanıt gibidir.
Ülkemizi yönetenlerin eğitim-öğretim gibi bir kaygısı yoktur. Okul gidilmese de olabilecek bir kurumdur onlara göre. Dolayısı ile nitelikli insan gücü oluşturmak, ondan da önce “iyi insan” yetiştirmek kaygısı yoktur.
Tek kaygı iktidarın korunmasına yöneliktir. Bu doğrultuda yapılmayacak şey, atılmayacak adım yoktur. İktidar çevrelerinin, iktidarın seçimle de el değiştirmeyebileceği yolundaki açıklamaları bu öngörümüzün sağlam dayanağıdır.
Denizlerimizde gaz bulmak, ülkemizin bir yerlerinde altın kaynağı saptamak ya da uçan otomobil yapmak gibi söylemler somut hedefler olmaktan çok iktidar koltuğunu korumada yararlanılacak göz boyayıcı dayanaklardır.
Uygar dünyayla olan birkaç yüzyıllık farkı Cumhuriyet’in birkaç on yılında kapatan Türkiye’ye yazık oluyor…
Azim ve Karar, 11.07.2021